6 Şubat 2015 Cuma

Etimoloji K harfi ile ... III

keten gada (Süm.);
keten, kitum.
kitû [Clothing] flax , linen , tunic. AKDI
gada  "Leinen"  kitû gadallû)  "Flachs"  versch. Sorten  (Leinengewebe  und Kleidungsstück aus Leinen)  (Präsarg. immer gada, nicht auch gada-tug2)  gada-gen Waetzoldt, RlA 6, 586  (als  Untergewand) gada-dilmun-u3-la2   gada-dilmun-u3-la2   (gada aus Dilmun(?) oder "nach Dilmun-Art")  gada "lin" (kitûm)  s. ib2-gada, na-gada, ni3-la2-gada, ša3-gadala2 . SUZE
gada : keten. Akad. kitumSNAX
gada wr. gada "flax; linen" Akad. kitûTPSD
yitim    يتم . keten tohumu. DVLT
qətən : kətən 1. - kətən tuxumı: DLDS
keten; Ar. kattān كتّان  = Aram. kettānā/ktūnā כתתנא/כתונא= Akad. kitūm ~Sümer. gada EŞKÖKENLİLER: Akad. kitūm: keten, kıtık?, koton?. NETS
gada wr. gada "flax; linen" Akad. kitû   gada = ga-da = GADA = ki-tu-[u2-um] .  linen gada bar-dul5. Akad. kitû "flax".  See ETCSL: gada=linen (fibre).  Note: Sümerian gada is a rebus representation of Akkadian kitû gadala wr. gada-la2 "a fabric" Akad. gadalalû  [1]  tug gada-la2 a fabric Akad. gadalalû "linen fabric".  Note:  Sümerian tug2gada-la2 is a rebus representation of Akkadian gadalalû. SSED
gada "Leinen". Akad.  kitû. Leinengewebe
und Kleidungsstück aus Leinen). SUZE
gada-bar-TÚG: long linen coat ('linen' + 'long coat').
gada-dilmun-ù-lal: a dress of Dilmun linen ('linen' + 'Dilmun' + pronominal prefix + 'to hang'). 
gada-mah-iš-lá: spread out linen ('linen' + 'large' + 'tool' + 'to extend').
gada-ní-dùn-dù: a linen garment ('linen' + 'object' + 'to bring low' + 'to make').
gag-ha-har-ra-na: a peg or nail ('peg' + 'roads' ?).  ANSD
kitu; flax, linen, from OAkk.; syll and TUG.GADA (GİŞ.GADA). TASD
keten < Ar. Kettān < Akad. kitû(m) keten (ip), iplik < Süm. TUGGADA keten elbise, GİŞGADA, GADA keten, ketene benzer. gadalalu keten giyen bir tapınak görevlisi. gadalalu iplik atölyesi, fabrika TUGGADA.LAL, GADA.MAH Şimşek
.2004
tünik ~ Fr.  tunique bir tür entari ~ Lat.  tunica < Alat. *chtonica < Fen.     ktwn pamuk veya keten kumaş = Aram.  ktūnāכתונא → keten
● Latince sözcük Eyun.  χitōn eşdeğeridir (*χtōn-ica). NETS
keten: Akad. kitum veya kutanu(m) kelimesi başka dillere de geçmiştir. Asurca; ketannu, İbranca; kuttonet, Süryanca; kutinna, Arapça; kettan Sever.2010
keten    Ar. kett¥n.  bit. b. Ketengillerden, çiçekleri mavi renkte ve beş taç yapraklı, lifleri dokumacılıkta kullanılan bir bitki (Linumusitatissimum). 2. sf. Bu bitkinin liflerinden yapılmış (dokuma vb.). Türkçe Sözlük 
 [tug2 ḫuĝ]-/ĝa2\-am3 gada ḫuĝ-/ĝa2-am3.ETCSL c.6.1.04-24
e2-an-na-ka gada-la2-e! na ba-e-na-ag2. In the House-of-Heaven the linen-clad erected(?) a stone(?) for him. 0Ev-of-In Heaven keten kaplı (?) Onun için bir taş (?) Dikildi. P28374-12
gu-da2 mu-un-na gada mu-un-na-še3(source: PA). ETCSL c.1.8.1.3-66

ketum 
sır saklayan, kimseye sır açmayan < Ar. ketūm az konuşan, sır saklayan < Ar. ketm sır tutma, konuşmama < Akad. katāmu örtmek, sır, giz. Şimşek 
ketum Ar. katūm كتوم  #ktm sır tutan, az konuşan Ar. katama كتم sustu, sesini kıstı. NETS

keyvan ~ Fa. kayvān كيوان Satürn gezegeni ~ Aram.  kēwān כון ~ Akad.         kayamānu.   NETS
keyvan    Yıldız. Türkçe Sözlük
kayyamānu  [GENNA :  , LU.LIM :  , SAG.UŠ :  , UDU.IDIM.SAG.UŠ :  ]
[Sky → Astronomy → Planets]
Saturn. AKDI

Kıbrıs: Hititçe de Alasiya
Al-Iaša
İsim, Asurlu şahıslar arasında yazılmış bir mektupta a-na a-al I-a-ša fonetik yazılışı ile kaydedilmiştir. Eski Asurca metinlerde sadece bir yerde geçen Al-Iaša’nın, Kıbrıs ile bir tutulan A-la-ší-a ve A-li-a-ša ile karşılaştırılabileceği, fakat bu isimlerle bağlantısının açık olmadığı belirtmekte, bir başka görüşe göre ise, ismin Aliaša ile ilgili olduğu ifade edilmektedir. Kültepe metinlerinde ilk defa geçen Alašia yer adı, C. Günbattı tarafından yayınlanan ve Akadlı Sargon’un askeri faaliyetlerinin anlatıldığı Eski Asurca bir metinde geçmektedir İsim Hitit, Eski Babil ve M.Ö. II. bin’e ait Suriye belgelerinde de geçmekte ve Kıbrıs ile bir tutulmaktadır.
Eski Asurca  Metinlerde Geçen Coğrafya Adları. Remzi Kuzuoğlu.

kıdem ~ Ar.  ḳidam قدم #ḳdm daha eski olma, önce olma = Ar.  ḳadm/ḳudūm قدم/قدوم  bir adım önden gitme, öncü olma, varma = Ar.  ḳadam قدم ayak = Fen./İbr./Aram. #ḳdm קדמ 1. ayak, 2. önce gelme, eski olma. NETS. Bak. Kadmiyum
kıdem < Ar. qadem ön, öncelik, adım < qdm önden gitme, önce olma, öne geçme, daha eski olma, adım atma < Akad. qadmu geçmiş, eski zaman. Şimşek

kıpti ~ Ar. ḳibṭī قبطى  Mısır'ın islamiyet öncesi yerli halkı ~ Eyun. aigýptios αιγύπτιος Mısırlı < öz Aigyptos Mısır ~ Mıs . NETS 
kıpti    Ar. ®ibµ³  öz. a. (kıpti:) esk. 1. Mısır halkından olan kimse. 2. Çingene.  Türkçe Sözlük 

kır kur (Süm.) dağ. Türk dili KUR kurmak (umum Türk) KUR sözünün varyantı. KIR- dağ zirvesi: dağ (umum Türk). KURA (KORA) duvar; çevrilmiş arazi KÜR (KÖR) kabir, mezar.
kır (Süm. toprak) . Türk dili KIR balçık, YIR (YER, YAR, JER, ZER, CER) toprak, yer. Olcas
kır ‘kırlık, step’ = ‘kır, basık dağ, açık yer’ (DLT) – kir (Çağ., Tar., Srt.), “h,ır”  (Hak.), “h,ir” (Çuv., ) Moğ: kira. TUGÜ
kur (Süm.) dağ, ülke, toprak. Hur-sag:  dağ
kur-ur2/ra. dağ eteği
kur-zag: dağ tepesi. SNAX
kur "Berg(land), Land" . Akad. šadû, Gebirge. SUZE
kır: [ETü] kır,  deşt, bozkır, ıssız yer<< Atü. NETS

kırba eskiden sakaların su taşıdığı köseleden yapma kap ki, üçgen ve bir tarafı dar olup, omuza takılacak kayışı vardır < Ar. qırba su tulumu < Akad. qurābu torba, çuval, sargı< Aram. Şimşek
kırba Ar. ḳirba ͭ/ḳirrāba ͭ قربة  #ḳrb su tulumu. NETS

kısım/kısm < Ar. qism /kism bölüm, pay, hisse < #qsm bölme, paylaştırma < Akad. kasāmu kesmek, bölmek , kasmu kesilmiş,  kismum kesme, parçalanmış. Şimşek
kısım Ar. ḳism قسم  #ḳsm bölüm, pay, hisse Ar. ḳasama قسم böldü, pay etti. NETS

kış. Şe11,12,15,18kaşumkuşum.kuşşum. soğuk (olmak) soğuk, kış. SNAX
kış     1. Kuzey yarım kürede 22 Aralık-21 Mart tarihleri arasındaki zaman dilimi, sonbaharla ilkbahar arasındaki soğuk mevsim 2.mec. Çok soğuk hava. Türkçe Sözlük 
kış [ETü] kış << ATü  kışla . NETS
kış ‘aralık ayının 22’sinde başlayıp martın 21’ine değin süren, yılın en soğuk mevsimi’ – Tkm. gış, Krg. kış, TatK. kış, Bşk. kış, Kzk. kıs, KKlp. kıs, Nog. kıs, Hak. xıs, Sag. kıs, Alt., Te.l, Şor. kış, Yak. kısEREN

kibrit ~ Ar. kibrīt كبريت #kbrt kükürt ~ Aram.          kebrītā kubritā כבריתא ~  Akad. kibrītu/kubrītuNETS
kibrit    Ar. kibr³t  1. Bir ucu sürtünme sonucu yanabilecek birleşimde olan küçük tahta veya karton parçası. 2. İçinde bu parçaları bulunduran küçük kutu. 3. esk. Kükürt. Türkçe Sözlük 
kibrītu  [PIŠ10.DINGIR.ÍD.(LÚ.RU.GÚ)] sulphur , brimstone (used in medicine, coloring, rituals, omens) ; išāt kibrītu : fire of brimstone ;Variants : kubrītu. AKDI
kibrit kükürt < Ar. kibrÎt kükürt, sülfür < Aram. kebrÎtā / kubritā < Akad. kibrÎtukubritu sülfür < Akad. ru’titikubritu sülfür. İbr gafrit, Aze. kibrit, Bul. kibrit, Fa. kebrit. Kibrit kelimesinin etimolojisi biraz karışıktır. Kibritin hammaddesi kükürt (sülfür) genellikle bakırla birlikte bulunmaktadır. Bakıra da Romalılar aes cyprium (Kıbrıs metali) adını vermişlerdi. Bakırın simgesi de ‘cu’ dur. Kıbrıs’ta binlerce yıldır bakır işletmeciliği yapılmaktadır. Yine Kıbrıs’ta kükürt yatakları da vardır. Dolayısıyla kelime kibri-, kubri- (Kıbrıs adından?) + Akad ru’titu, ruttitu sülfür yani Kıbrıs kükürdü anlamında olabilir. ŞİMŞEK

Kilikya H ilakku [Humanities → Geography → Countries]Cilicia ; Kilikya. AKDI
Hititçede Hilakku: Kilikya

kilim. kilimbum. Kilim, bohça, çıkın, demet, halat
kilim    Far. gil³m.  Döşeme, divan gibi yerlere serilen, genellikle desenli, havsız, kalın, kıl veya yün dokuma. Türkçe Sözlük 
kilim  <1300 a.="" b="" kaba="" nbsp="" s="" uha="" yayg="" yer="">gilīm
 گليم her çeşit yaygı, battaniye, yatak örtüsü = Aram. galīmā גלימא ~ Eyun. kálymma κάλυμμα örtü < Eyun.kalýptō καλύπτō örtmek +ma → kulübe NETS
kilim ‘çeşitli renk ve çizgilerle süslü, havsız, kalın kıl veya yün dokuma’ – Tkm. kilim, Krg. kilem, Kzk. kilem. < Far. kilim ‘a carpet’. Türkçeden Balkan dillerine de geçmiştir. EREN

kilise (eglise) ve sinagog kelimeleri eski İbrani, Arap ve Akad dillerinde kiniştu kökünden gelen keneşetkenişat kelimelerine dayanır. Toparlanmak,  bir araya gelmek, buluşmak. Tapınak kelimesine kaynak olan tapmak da türkçede de buluşmak anlamına..
Kilisekilisia  ~ Yun. ekklisía εκκλησία Hıristiyan tapınağı << Eyun. ekklēsía εκκλησία toplantı, kurultay, meclis < Eyun. ekkaléōεκκαλέω yüksek sesle çağırmak, ilan etmek < Eyun. ek+ kaléō καλέω bağırmak << HAvr *kelə-2 bağırmak, yüksek sesle çağırmak → klarnet ● Karş. Ar.  kanīsa ͭ (kilise) < Aram. Türkçe kilise biçimi, yazı dilinde tercih edilen kenīse'nin yerine geçmiştir. NETS
kilise Hristiyan tapınağı < Latince ecclesia yoluyla belli başlı yeni Latin dillerine de geçmiştir. İsp. iglesia, Fr. ѐglise, İtal. chiesa. İng. ecclesia biçimi de Latinceden kalma bir alıntıdır. EREN

kimyon gamun (Süm.)
(Akad. ); kamunu / gamun.  gamun2.
gamunx(U2.TIR)   u2-tin-tir  ("cumin"; = kamūnu)   U2.TIN.TIR (GE6, BABBAR)  "Kümmel"  ka(m)mūnu) . SUZE
gamun / ga-mun/ga-mul/ ku-mul : kimyon, çörekotu. Ku-mul. Kamunum. Kimyon. Akad. kamunum kamanumSNAX
gamun  wr. gamun; u2gamunsar; gamun;  gamun"cumin" Akad. kamûnu TPSD. SSED
kamūnu  [Ú.GAMUN]  (n.) . cumin. Variants : kamūʾu Arabic : kamūn  . AKDI
kamunu (kamu’u, kamannu; cumin; from OAkk.  Süm. GA.MUNTASD
kmn ; kamunum, “cumin”. Evidently Akad. loanword. in Süm. GOOA
gú-mun: caraway ('pea' + 'salt').  ANSD
gamunx(U2.TIR) "Kümmel", ("cumin";
= kamūnu), "Kümmel" ka(m)mūnu). SUZE
kimyon; Yun. kiminon κύμινον baharat olarak yenen bir tohum, cuminus << Eyun. kýminon κύμινον Aram.  kamūnā כמונא . Ar  kammūn/kamnūn Akad. kamūnu: çemen, kimyon çemen : Erm.  ç'aman/ç'amun ç'aman/ç'amun kimyona benzer bir bahar. NETS
cumin  O.E. cymen, from Lat. cuminum, from Gk. kyminon, cognate with Heb. kammon, Arabic kammunONED

Tuncer Gülensoy, ‘çemen’ sözcüğü için aşağıdaki notu düşmüştür;
"NOT: OT (DLT)'deki çümgen sözcüğü ile Arapça kemmun (çümgen
 mi çemen'e daha uygun Rum. kuminon > kemmün > kimyon mu?. Yoksa Ermeniceye < OFa. < Akadçadan alındığı iddia edilen kamunu mu?. Görüldüğü gibi bu çok önemli ve değerli )!) sözcük de türkçe olabilir kaygısı ile ta Akadçaya kadar götürülüyor da DLT'de benzeri var mı yok mu, araştırılmıyor!". TUGÜ


Kimyon sözcüğünün kökeni Sümercedir. Buradan Akadçaya, , bütün Sami dillere, Eski Yunancaya, Latinceye Farsçaya, Ermeniceye vb. yayılmış olmalıdır.

kimyon a. 1. bit. b. Maydanozgillerden, 50 santimetre yüksekliğinde, beyaz veya pembe çiçekli, bir yıllık, güzel kokulu ve otsu bir bitki (Cuminum cyminum). 2. Bu bitkinin tohumundan elde edilen ve baharat olarak kullanılan toz. Türkçe Sözlük kimyon    Ar. kemm°n 
kimyon   İng. cumin .  Osm. kimyon  Fr. cumin.  Maydanozgiller (Umbelliferae) familyasından, parçalı yapraklı, beyaz çiçekli, oval meyveli, meyveleri baharat olarak kullanılan, ana vatanı Mısır olan, bir yıllık otsu bir bitki türü. Türkçe Sözlük 
kimyon baharat olarak kullanılan bir tohum, cuminus < Ar. kemmun kimyon < Aram. kamûnā < Akad. kamunukamu’ukamannu, kimyon < Süm. U.GAMUN(.SAR) < Hit. kappanikapunu, kimyon, Ugar. kmn, İbr. kammon, Gir. kumino, Eyun. kyminon, Lat. cuminum, Erm. c’aman, İtal. cumino, İsp. cumino, İng. cumin, Alm. kümmelŞİMŞEK. 2007
2(barig) 3(ban2) 5(disz) sila3 gamun babbar P100675
3(disz) sila3 {u2}gamun u4-sakar P107545
1(gesz2) 4(u) sar ki {u2}gamun2 P209199

kiraz
 : Akad. karshu > Grek.kerasos, Alm. Kirsche,Yun. kerási κεράσι << Eyun. kerasós    κερασός kuş kirazı << Havr. *ker- kiraz veya benzeri kırmızı meyve ● Batı dillerine Yunancadan geçmiştir. Karş. Fr. cerise, İng. cherries < Lat. cerasus . Sözcüğün kökenini Lucullus ve Giresun kenti ile birleştiren rivayet doğru değildir. Yunanca biçimin Trakça veya başka bir Anadolu dilinden alıntı olduğu kabul edilir.  NETS 

kireç / gir (Süm.);
gir4, kir13:  kiln (for lime or bitumen); oven (cf., udun) (ki,'place ', + ara4,  'to shine, blaze') [GIR4 archaic frequency: 1].  SULE, ANSD
kireç~ Fa. girac گرج  = Aram. gīrā גירא  =      Akad. gīru ~ Sümer gir. NETS
kireç   İng. lime  CaO, kalsiyum oksit; kireçtaşının ısıtılmasıyla elde edilen ak renkli özdek. BTSÖ
kiru kiln (for lime and bitumen). TASD
kireç ‘yapı harcı olarak kullanılan beyaz madde’ – Az. Kirǝç, Nog. kireş < Far. giraç ‘mortar, plaster’. – Farsça giraç biçiminin başındaki g- Türkçede k-‘ye çevrilmiştir.  Farsça gil > Türkçe kil örneğinde olduğu gibi. Bulgarca  kirèć, Sırpça kreć gibi Balkan dillerine de geçmiştir.  Orta Türkçede kirece ürŋek adı verilir. EREN
kireç, -ci    Far. gireç. 1. Mermer, tebeşir, kireç taşı, alçı taşı gibi birçok taşın özünü oluşturan kalsiyum oksit, (CaO).  2. Kalsiyum hidroksit, Ca(OH).  Türkçe Sözlük
kireç < Fa. girac < Aram. < gir < Akad. giru? < Akad. ?kiru(m) keru fırın, tuğla veya kireç ocağı < Süm. GİR, GİR4 fırın, tuğla veya kireç ocağı. ŞİMŞEK

korna gelen geçeni uyarmak için kullanılan sesli uyarı aleti < İt. corna, Lat. cornu, EYun. keras hayvan boynuzu < Akad. karnu.
Korno, tekerlek biçimli ve üst üste bükülmüş perdeli orkestra borusu, bütün ilkel ulusların özellikle savaşlarda çağrı aleti olarak kullandıkları boynuz veya fildişi boru İt. corno boynuz, borazan, Lat. cornu boynuz, boynuz şeklinde olan her şey, borazan karnu
, Ugar. krn, İbr. keran, Ar. karn, İsp. cuerno, İng. horn, Fr. corne, Fa. kerŞimşek
korna İt. corno boynuz, boynuz şeklinde üflemeli çalgı << Lat. cornu boynuz, boynuz şeklinde olan şey, borazan << HAvrNETS

koru uru, uru3 (Süm.) : korumak
uru To look after, to protect. STDT
uru3 : korumak, gözetmek, saklamak. Akad. naşarumSNAX
Sanskrit ūru, Sümerian uru. The Language of the Harappans: From Akkadian to Sanskrit
koru-mak < Etü. korı- korumak +Ig → koru-  << ATü ● Karş. Moğ. kori- (çitle çevirmek, kuşatmak, hapsetmek, engellemek). Aynı kökten +Ik- dönüşlülük ekiyle Etü. kork-(korunmak, korunma refleksi göstermek). NETS
korumak    (-i, -den) 1. Bir kimseyi veya bir şeyi dış etkilerden, tehlikeden, zor bir durumdan uzak tutmak, esirgemek, muhafaza etmek, vikaye etmek, sıyanet etmek. 2. Güçlü bir kimse veya kuruluş, güçsüz birini veya bir şeyi desteklemek, himaye etmek. S. 3. (-i) Tehlikeye karşı denetimi altında bulundurmak, savunmak, müdafaa etmek: Yurdu korumak. 4. (-i) Tehlikeli, zararlı durumları önlemek:İlaçla meyveleri korudu. 5. (-i) mec. Bir şeyin eskimesini, yıpranmasını önlemek için gereken dikkat ve özeni göstermek: Üstünü başını biraz korusaydın bu kadar kirlenmezdi. 6. (-i) mec. Süregelen bir durumun değişikliğe uğramasını önlemek: Geleneklerini koruyorlar. 7. (-i) mec. Karşılamak, denk gelmek: Bu işin geliri masrafını korumaz. Türkçe Sözlük
uru3 naṣāru  (vb. a/u)
G. to guard, protect , to defend , to safeguard ; to watch , to beware of , to cherish , to preserve / conserve + , to prize , to treasure , to be careful ; to obey Gt. to be careful, on one's guard Š. to make guard Št. to be on the alert N. to be protected ; naṣāru : conservation + ; adê naṣāru : to keep a treat ; ramanšu naṣāru : to fend for oneself , to take care of oneself ;
See also : ḫarādu,
Comparison with other Semitic languages :
Proto-Semitic : *naθ̣ār
Arabic : naẓara  نَظَرَ «to look»
Syriac : nṭar  ܢܛܲܪ «to watch»
Hebrew : nāṣar  נָצַר «to preserve»
Ugaritic : nẓr  AKDI
koru ‘bakımlı küçük orman’ – Az. goruğ. Orta Türkçede korığ ‘koru, küçük orman’ olarak kullanılır. Eski Kıpçakçada koru biçimi geçer. < korı- ‘korumak’ + ğ eki . EREN
koru‘bir kimseyi veya bir şeyi dış etkilerden, tehlikeden veya zor bir durumdan uzak tutmak’ = ET. (K, Uyg.), OT. (DLT). gōra (Trkm). TUGÜ
korumak  : esramak : beslemek, himaye etmek,. — Ernähren, bewahren, beschützen. | esralmak : korulmak, saklanılmak, mahfuz olmak. — Beschützt, bewahrt werden. | esramiş : himaye, zabt. — Bewahrung. ÇAOS

koton ~ Fr. coton pamuk ~ İt. coton [mod. cotone]  ~ Ar. ḳuṭn/ḳuṭun/ḳuṭṭan قطن/قطّن . ~ Akad.         kitum/kitunnu keten veya pamuk → keten ● Keten ipliği Ortadoğu ve Mısır'da en eski devirden beri üretilirken, pamuk MÖ 3. binyılda Hindistan'dan ithal edilmiştir. NETS
koton    Fr. coton sf. Pamuktan yapılan (kumaş vb.). Türkçe Sözlük 

krizalit ~ Fr.  chrysalide kelebeklerin orta yaşam evresi ~ Eyun. χrysállisχrysallid- χρυσάλλις, χρυσαλλιδ- "altın kabuk", < Eyun. χrýsos χρύσος altın ~ Akad. χurasu(m)  Eyun. χrýsoskrizalitkrizantemNETS
krizalit    Fr. Chrysalide  İng. chrysalis . Tam metamorfoz gösteren böceklerde, koruyucu bir kılıfla çevrili pupaya verilen ad. Krizalis.biy. Kelebek olmadan önce bir böceğin, koza veya kozasız olarak geçirdiği başkalaşma durumu. Türkçe Sözlük 

kubbe yarım küre biçiminde olan ve yapıyı örten dam, kubbe biçiminde olan < Ar. qubbal < Aram. qubbetā, İbr. qubbah # gbb kavis veya kemer şeklinde olma < Akad. kapāpu, kabābu kavisli olmak, kavis meydana getirmek, kuppu sarnıç, Yun. kupellon bardak, kadeh, Lat. cupellacupula, İtal. cupola, İsp. cobola, Al. kübelkupa kelimesi, hacimli veya içbükey yüzeyler veya nesneler kastediliyor olmalıdır. Şimşek
kubbe Ar. ḳubba ͭ قبّة  #ḳbb mimaride kubbe, tonoz Aram. ḳubbtā/ḳūbtā קֻבְּתָא kubbe, tonoz, kubbe şeklinde çadır. NETS

kurban;  Ar. ḳurbān قربان #ḳrb tanrıya sunulan adak~İbr./Aram. urbān קרבן
 < İbr./Aram.  #ḳrb קרב 1. yakın olma, yaklaşma, 2. hediye verme, adak sunma   → kurbet
● #ḳrb kökü Sami dillerinde ortak olmakla birlikte, “adak, hediye” anlamı İbraniceye mahsustur. NETS
 Arapça : kurban
İbranice : korban
Akadça : garabu, karabu. yakınlaşmak, yaklaşmak, dua etmek, yakarmak, KRB :yakınlık, akrabalık
Arapça zebeha  ve İbranice'de zebeh : kan dökmek, boğazlamak
Bkz. adak, mezbaha. Süm. Ni3-ta-kur4. Akad. kurkurrum. Bir kurban kabı. SNAX
kurban < Ar. qurbān tanrıya yakınlık, kurban < # qrb yakın olma < Akad. qurbuqarbuquruptu yakın < Akad. qerēbu kapalı olmak, mevcut olmak, yakın olmak, Akad. karābu dua etmek, saygıyla anmak, takdis etmek, niyaz etmek, adak, kurbu şükran, hayır duası, nimet, İbr. karbanŞimşek

kudsi/kutsi ~ Ar. ḳudsī قدسى [nsb.] kutsal, aziz < Ar. ḳuds قدس #ḳds kutsal ve aziz olma,  kutsal yer, tanrıya adanmış veya törensiz girilmeyen mekân, Kudüs kenti (= İbr./Aram. #ḳdş קדש kutsal olma, arınma = Akad. adāşu ritüel arınma.  NETS
kudsi/ kutsi < Ar. qudsi kutsal < qds kutsal olma < Akad. qadāsu saf, temiz olmak, saflık, temizlik. Şimşek
kutsal ETü. kut bereket, talih. YTü. kutsa-. NETS 
kutsal    sf. 1. din b. Güçlü bir dinî saygı uyandıran veya uyandırması gereken, kutsi, mukaddes. 2. Tapınılacak veya yolunda can verilecek derecede sevilen, kutsi, mukaddes, lahut. . 3. Bozulmaması, dokunulmaması, karşı çıkılmaması gereken, üstüne titrenilen.  4. fel. Tanrı'ya adanmış olan, tanrısal olan. (kutsi:) Kutsal. Türkçe Sözlük
kadiştu (kutsal olan) kelimesinin kökü Akadcadır. İbraniceye kedeşa olarak girmiştir. (kutsal fahişe). Kürşat Demirci
kut ‘uğur, baht, talih; mutluluk’ ET, OT. Kut.
Tü.>Zaza. kut ‘talih’.- Moğ. kut-uğ. Mançu. xutu, Tun. kutu, Kore. kut ‘sihir, büyü’.  >kut+ss- kutsa. Öteki lehçelerde  kutsa- fiili yoktur. Kutsal ‘kutsi, mukaddes’. Kutluğ (Özb) TUGÜ
kut : sâdet, baht, tecelli. — Glückseligkeit, Vorzeichen.  kutluğ : mesud, mubarek. — Glücklich, gesegnet. ÇAOS

kutnu pamuk ya da ipekle karışık pamuktan dokunmuş kalın, ensiz bir kumaş çeşidi < Aram. kettanke/itānā < Akad. kutānukutinum bir kumaş, qatnuqatantuqatattu ince kumaş. Yun. khiton, İbr. kuttonet, Sür. kuttina, İng. cotton, İtal. cottone, İsp. algodonŞimşek

kutu Yun. kuti kap, kutu < EYun. kytos geminin, kalkanın zırhın vb. oyuk olan iç tarafı, çukur < Akad. kūtukuttu sıvılar için testi, kutu. Şimşek
kutu Yun. kutí κουτί  << EYun.  kýtos κύτος 1. kovuk, kap, tas, 2. arı peteğinin her hücresi. NETS

küfe ~ Ar. ḳuffa ͭ قفّة hasırdan veya ince tahtadan yapılmış büyük sepet = Aram. ūppā/ḳūpptā קופא/קופתא =     Akad.  ḳuppu/ḳuppatu (sebze, meyve, et vb. için) hasır veya tahtadan yapılmış sandık
● Yun. kófa ve Ven. còfa  biçimleri Arapçadan alınmıştır. Eyun. kófinos (sepet) biçiminin bir Sami dilinden alınmış olma ihtimali yüksektir. NETS
küfe söğütten veya başka bir ağaç dalarından örülmüş ve yük taşımaya yarayan kaba ve dayanıklı sepet < Yun. kofakofinos, Ar. quffa < Akad. quppu kutu, ağaçtan, gümüşten yapılmış veya kamıştan örülmüş sandık, Lat. cophinos, Tr. kofa hasır otu, saz, kamış. Şimşek
küfe    Rum.  1. Genellikle söğüt veya başka ağaç dallarından örülen, yük taşımaya yarayan, kaba ve dayanıklı sepet. 2. Bu sepetin alabildiği miktarda olan. . 3.  Kaba et, kıç.
Türkçe Sözlük 

kül/küll- ~ Ar .kull كلّ #kll tam, bütün, tamlık, bütünlük, bütünsellik (= İbr./Aram. #kll כלל tam olma, bütün olma, mükemmel olma = Akad. kalālu . Karş. şekil. NETS
kül, -llü     Ar. kull  (II) a. esk. Bütün, tüm. Türkçe Sözlük
kül/küll- bütünlük, tamlık, bütünsellik < Ar. kull tüm, bütün < # kll < İbr/Aram. tam olma, bütün olma, mükemmel olma < Akad. kalukulum hepsi, tüm, her şey. Şimşek

küp ~ Fa. kūp كوپ sarnıç, toprağa gömülen su veya şarap
küpü = Aram. gūbbā גובא= Akad. gubbu .Sami kökenli bir sözcük olma ihtimali kuvvetli ise de, karş. Sans. kumbhá कुम्भ, Eyun. kúmbēκύμβη (büyük kadeh, kupa). • Ar. cubb biçimi Aramca ubb eşdeğeridir. NETS
küp     a. 1. Su, pekmez, yağ vb. sıvıları veya un, buğday gibi tahılları saklamaya yarayan, geniş karınlı, dibi dar toprak kap. 2. argo Sarhoş. Türkçe Sözlük 
küp < ET. küp topraktan yapılma kap, Akad. kūbu bir içki kabı, kubarinnukubarindu bir kap, vazo, Yun. kupellon bardak, vazo, fincan, kupa.  Şimşek
kuppu  (n.) cistern, water-source. Sarnıç. Su kaynağı. AKDI
küp ‘su, pekmez, yağ gibi sıvıları ya da un, buğday gibi tahılları saklamaya yarayan, geniş karınlı, dibi dar toprak kap’ < ET, OT. küp (DLT). Tü.>Kürt kûp. –küp (Az., Kırg.). TUGÜ

kürsü guza (Süm.);
kürsü, kussu, kursu. guza.  gu2-za.
guzza : tabure, oturak.
gu-za  "Thron"  Akad. kussû  SUZE
ĝišguzza: throne; chair.  ANSD
kussû  [GIŠ.GU.ZA] chair, throne.
Comparison with other Semitic languages :
Arabic : kursīy  كُرْسِيّ
Syriac : kursyā  ܟ݁ܽܘܪܣܝܳܐ
Hebrew : kīssēʾ  כִּיסֵּא
Ugaritic : ksủ  . AKDI
ĝišgu-za "Thron" . Akad. kussûSUZE
guza  wr. ĝešgu-za; gu-za; gu2-za; ĝešguza; ĝešaš-te /guza "chair, stool, throne" Akad. kussû . TPSD, SSED
qürsü : kürsü. peşxan. - malları kürsüyə yığıb sayın. DLDS.
kürsü; Ar. kursī كرسى taht, makam sandalyesi ~ Aram. kursā/kusā כרסא/כסא sandalye ~ Akad. kursu/kussu. Sümer. guzaNETS
kussu chair, sedan chair, throne, saddle Süm. gu.za. TASD
gu2-za/guzza. kussum. Taht, sandalye, tabure, oturak. SNAX
kürsü    Ar. kurs³.  1. Kalabalığa karşı konuşma yapanların önünde bulunan yüksekçe yer. . 2. Ana bilim dalı: Türk Dili Kürsüsü. Yakın Çağ Tarihi Kürsüsü. 3. hlk. Sandalye. 4. esk. Bir fakültede araştırma ve öğretim birimi, bölüm. Türkçe Sözlük 
kürsü < Ar. kursi that sandalye <#krs < Aram. kūrsÎyā sandalye < Akad. kussu(m) kussîum sandalye, that < Süm. (Giš.GU.ZA) oturak, oturma yeri, sandalye. ŞİMŞEK
gu2-za ku3-sig17 P020187
gu2-za um-dur gal-gal P020029
lugal gu2-za suh10-bi szi-du8 nam-lugal-zu P263002

küspe
 ~ Fa. kusbe كسبه susamın yağı çıkarıldıktan sonra kalan posası ~ Aram. kuspā כספא ~ Akad. kuspususam, üzüm, zeytin vb. posası.   NETS 
küspe    Far. kusbe. 1. Hayvan yemi, yakacak ve gübre olarak kullanılan, yağı veya suyu çıkarılmış her türlü yağlı tohum ve bitki artığı  2. Özü alınmış meyvelerin kalan bölümü. Türkçe Sözlük
kuspē bran ; AKDI
kusipu flat, thin bread (used to transfer food to mouth) . TASD
küspekupsum. Susam küspesi. SNAX
küspe ‘yem, yakacak ve gübre olarak kullanılan, yağı alınmış her türlü yağlı tohum ve bitki artığı’ < Far. kusba ‘sesame – grains remaining in the hair-cloth after the oil has been expressed, which they give to the poor, or as food to buffaloes.’ Bulgarca kjuspe Türkçeden alınmıştır. EREN
küspe < Fa. kusba susamın yağı çıkarıldıktan sonra kalan posası < Akad. kuspā < Akad . kuspukupsukisb/pu herhangi bir şeyin işe yaramayan kısmı, kepek, susam artığı. ŞİMŞEK



Hiç yorum yok: