Sümer
Göçleri üzerine I
İlk yazılı dile sahip olan ve etkileri
zamanımıza kadar gelmiş olan ileri Sümer
kültürü ve uygarlığı çok geniş bir coğrafyada baskın idi.
Mezopotamya’nın kent devletleriyle, İran
yaylasının ve ardından Orta Asya’nın ve İndus havzasının birbirinden kopuk
topluluklarının ekonomik ve toplumsal ilişkiler ağı içinde birbirine bağlanma
hızı, bütün bu bölgelerin ortak bir kültürel geleneği paylaştığını ve
karşılıklı olarak anlaşabildikleri bir dille iletişim kurabildiklerini kanıtlar
gibidir. Pavel Dolukhanov
Çeşitli diller
arasında böylesine bir benzerlik / etimolojik bir benzerlik ve uyum görülmesi: Sümer uygarlığının yıkılmasından
sonra çeşitli yerlere göçeden Sümer kalıntılarının o bölgelere kendi uygarlık
ve kültür birikimlerini götürdükleri ile açıklanabilir. Bu göçler çeşitli
yollardan olmuştur. Küçük Asya’dan Batı’ya, Orta ve Uzak Asya’ya, Hazar
denizinin kuzeybatısından Avrupa’ya ..
Birçok bağlantının yerli yerine oturması için, M.Ö.
2500-2000 lerden başlayan Sümer’lerin
yıkılışı nedeniyle oluşan “Sümer
Göçleri” iyice araştırılmalıdır.
Bu
göçler ve uygarlığın yayılması; diller arasındaki ilişkiler / bağıntılar
/ yakınlık ve akrabalıklar açısından araştırılabilir. Etimolojik bölümlerde bu
yapılmaya çalışılmıştır.
Sümerler nasıl son buldu, nasıl yıkıldı.
Bu yıkılışın ve dolayısıyle göçlerin çeşitli sebepleri ve bu konuda çeşitli
tezler var.
Bir teze göre
bir sebep iklim değişikliği.
Amerikan
Jeofizik Derneği'nin San Fransisco'da düzenlediği toplantıda Matthew Konfist
adlı araştırmacı tarafından açıklanan sonuçlara göre; M.Ö. 2200 gibi başlayan
bir kuraklık döneminin 300 yıl kadar sürdüğünü belirtiyor. Mezapotamya'daki
ırmakların kuruduğu bu dönemde çiftçiler tarlalarından hasat elde edemez
oldular. Uzman Konfist, Sümerlilerin kuzeyinde, Fırat Nehri boylarında tarihte
ilk bilinen imparatorluğu kuran Akadlar'ın da kuzeyden gelen savaşçı kavimlerin
baskısıyla zayıfladığını hatırlatıyor:
"İklim bilimciyim. Binlerce ve milyonlarca yıla yayılan iklim değikliklerini inceliyorum. Diller de ilgi alanıma giriyor. Araştırmalarım sırasında Sümer dili ve Akad İmparatorluğu'nun yok oluşuna yoğunlaştım. Konuyla ilgili daha önce yapılmış araştırmaları kıyasladım.." demekte.
"İklim bilimciyim. Binlerce ve milyonlarca yıla yayılan iklim değikliklerini inceliyorum. Diller de ilgi alanıma giriyor. Araştırmalarım sırasında Sümer dili ve Akad İmparatorluğu'nun yok oluşuna yoğunlaştım. Konuyla ilgili daha önce yapılmış araştırmaları kıyasladım.." demekte.
Uzman Matthew
Konfist, bölgeyi yüzlerce yıl kasıp kavuran kuraklığa ilişkin çok sayıda
bilimsel araştırmanın bulgularını bir araya getirdi. Arkeolojik kazılar,
Mezapotamya'yı etkisi altına alan iklim değişikliğinin önce toplumsal
huzursuzluklara, ardından Akad İmparatorluğu'nun yıkılmasına yol açtığını
ortaya koydu. O dönemde Mezopotamya'nın güneyinde yaşayan Sümerler de şiddetli
kuraklıktan etkilendiler. Uzman Matthew Konfist, Sümer dilinin yok olmasını
kuraklığın dolaylı sonuçları arasında sayıyor:
"İklim değişikliğiyle bir dilin yok olması arasında doğrudan bağlantı kurulamaz kuşkusuz. Havalar ısınınca insanlar da dillerini unuttu, demek pek doğru değil. Ancak kuraklık insanları göçe zorladı. Göç ettikleri yerlerin hem iklim koşullarına hem de diğer insan topluluklarına uyum sağlamaya çalıştılar. Sümerce yazılı dil olarak kuraklığın ardından 2 bin yıl daha varlığını sürdürmeye devam etti. Sümerce, Ortaçağ'da Latince gibi artık bir ölü dildi.” http://www.dw.de/s%C3%BCmerlerin-s%C4%B1rr%C4%B1/a-16458943
Evet göç ettiler ve bunu yaparken de
kendi kültürlerini, birikimlerini,
dillerini ve yazılarını da gittikleri yerlere götürdüler ve oralardaki
diğer insan topluluklarına öğrettiler, karıştılar, etkilediler. Sümerce ile çok
çeşitli ve ayrı coğrafyalardaki diller arasındaki benzerlik / ilişki ve
akrabalık bununla açıklanabilir.
Etimolojik Bölüm’de bu konu incelenmeye çalışılmıştır.
Sümer
Göçleri üzerine bir başka tez daha var Zecharia Sitchin’in tezi: Zecharia Sitchin’in
Zaman Başlarken. 2006 kitabından kısaltılarak verilmiştir.
Mezopotamya ve
Sümer bölgesinde tanrılar arasında
yapılan nükleer savaşlardan sonra Sümer uygarlığının çöküşe girmesi sonucu,
bazı tanrılar / ilahlar, insan takipçileri ile birlikte çeşitli yönlere dağıldılar.
Doğuya, batıya ve kuzeye doğru. İşte bu göçler sonucu gittikleri yerlerde insanlığa yeniden uygarlık tohumlarını ektiler ve
yeşerttiler . Bu bölgeler arasında Anadolu’da Hitit, Hind bölgesinde Mahenjo
Daro ve Harappa, Orta Asya’da Anau medeniyetleri ve Çin’de ilk Hanedan dönemi sayılabilir.
Hazar
Denizi’nin güneybatısı bir zamanlar İştar’ın hakimiyet bölgesi olan (Üçüncü
Bölge) idi. (M.Ö.3000’lerde bile burada İndus vadisine bir göç olduğu ve Sümer
uygarlığına çok benzer bir uygarlık kurulduğu bilinmekte aden). Yanlarında getirdikleri tanrılara ve kahramanlara dair Veda hikayeleri Sümer ‘mit’lerinin yeniden
anlatımıydı. Zaman ve onun ölçülmesi, devreler gibi kavramları Sümer
kökenliydi. Sümer ve Aratta (güneydoğu İran aden) arasında yoğun ilişkiler
vardı. Sümer’in yıkılışından sonraki göçler , yani Sümer’in o uygarlaştırıcı
tesirleri, yakın doğudan uzak doğu dediğimiz topraklara ulaşmak için İndus
vadisi üzerinden ulaşmak zorundaydılar.
MÖ. 2000 civarında iki yüzyıl kadar bir süre
içinde Çin’de [William Watson’un China (Çin) adlı kitabındaki sözleriyle]
“gizem dolu ani bir değişim” meydana gelmişti; öncesinde aşamalı bir gelişme
olmaksızın ilkel köylerden oluşan ülke “hükümdarlarının bronz silahlara, atlı
arabalara ve yazı bilgisine sahip oldukları duvarlarla çevrili şehirlerden
oluşan bir ülkeye dönüşmüştü. Bunun sebebinin batıdan gelen göçmenler
olduklarında herkes hemfikirdir; bunlar “Yakın Doğu’dan batıya doğru
yayılanlarla kıyaslanabilecek kültürel göçlere dek izi sürülebilecek” olan,
yine o Sümer’in “uygarlaştırıcı tesirleriydiler, yani Sümer’in yıkılışından
sonraki göçler.
Çoğu bilgine
göre MÖ. 1800 civarında Çin’de “gizem dolu bir anilikle” yeni uygarlıklar
doğuvermişti. Yaygın olan görüş yazının
Shang Hanedanı tarafından Krallık ile birlikte başlatıldığı şeklindedir; bunun
amacı ise kendi başına anlamlıdır: hayvan kemiklerine alametleri kaydetmek.
Alametler çoğunlukla bilmecemsi Atalardan rehberlik alma amaçlı sorgulamalarla
ilgiliydi.
Yazı tek
heceliydi ve yazılışı resmi andıran karakterler içermekteydi (aşina olduğumuz
Çince karakterler bundan yola çıkıp bir tür “çivi yazısı”na dönüşmüştür.
Dilbiliminde
yapılan ve eski Sovyetler Birliği bilginlerinin öncülük ettiği son çalışmalar,
bu Sümerce bağlantısını tüm Orta, Uzak Asya veya “Sino-Tibet” dil ailesini
içerecek şekilde genişletilmiştir. (o zaman Türkçe de ! .aden). Bu gibi
bağlantılar Sümer’inkileri hatırlatan çeşitli bilimsel ve “mitolojik”
unsurların yalnızca bir yönünü oluşturmaktadır. Bilimsel olanları özellikle
güçlüdür: Oniki aydan oluşan takvim, günü çifte oniki saate bölerek zamanı
hesaplamak, tamamen keyfi olan zodyak usulünün benimsenmesi ve astronomik
gözlem yapma geleneği gibi unsurlar tamamen Sümer kökenlidir.
“Mitolojik”
bağlantılar ise daha yaygındır. Orta Asya’nın seplerinden tutun da Çin ve
Japonya’dan ta Hindistan’a dek tüm dinsel inançlar Gök ve Yer tanrılarından ve
de yeryüzünün tam göbeğinde, Sumeru denilen bir yerde bulunan ve sanki ikisi
birer piramitmişçesine biri diğeri üstünde ters duran Gök ve Yer’i uzun ve dar
bir beli olan bir kum saati gibi birbirine bağlayan bir bağdan söz
etmektedirler. Japonların imparatorlarının
Güneş’in bir oğlu olduğuna ilişkin Şintu dinsel inançları, söz konusu
bağlantının Dünya’nın etrafında döndüğü yıldızla değil de “Güneş tanrısı” Utu / Şamaş ile ilgili
olduğunu varsaydığımızda makul hale gelmektedir çünkü Sina’da komuta ettiği uzay limanı yerle bir edilmiş
ve Lübnan’daki iniş yeri Mardukçuların eline geçmiş olan Utu / Şamaş
takipçileriyle birlikte pekala Asya’nın diğer uzak ucuna gitmiş olabilirdi.
Sümer
göçleri ile ilgili olarak; çeşitli teoriler arasında; Sümer’den yola çıkan
Karadeniz çevresinden dolaşıp Kafkaslar’ı aşan, diğer bir rota da Anadolu
üzerinden geçen, batıya, Avrupa’ya ulaşan iki rota olduğu, Gürcistan’da yaşayan halkın sıra dışı dilinin
Sümerce ile yakınlık göstermesi, sonra Volga Nehri boyunca ilerlerlerken ilk çağlardaki
adı Samara olan (günümüzde Kuybiçev) başlıca şehirlerini kurdukları, sonunda
Baltık Denizi’ne ulaştıkları, bu duruma göre de sıra dışı Fin dilinin Sümerce
dışında başka hiçbir dile benzemeyişi, hatta Estonya diline de böyle bir köken
atfedildiği, diğer bir rotoda Sümerli sığınmacıların Tuna Nehri boyunca
ilerledikleri, bu durum da kendi eşsiz dillerinin Sümerce dışında başka hiçbir
kökeni olamayacağına dair Macarlar arasında var olan derin ve kalıcı inanç ....Sitchin
MÖ. Yirminci
yüzyılın başlarındaki Yeni Çağ’da, uluslararası savaşların, nükleer silahların
kullanımının, büyük bir birleştirici politik ve kültürel sistemin dağılışının,
sınırlara bağlı olmayan bir dinin yerini ulusal tanrıların alışının ardından
kadim dünya neler yaşamaktaydı? M.S. yirminci yüzyılı yaşayıp da iki dünya
savaşına, nükleer silahların kullanımına, devasa bir politik ve ideolojik
sistemin dağılışına, merkezden kontrol edilen ve sınırları olmayan imparatorlukların
yerini dinsel yönelimli milliyetçiliğin alışına tanıklık eden bizlerin bunu
gözümüzde canlandırmamız mümkün olabilir.
M.S. yirminci
yüzyılın belirtileri olan ( 21. Yy. da da aynı. aden) bir yanda savaşlar
nedeniyle ülkelerinden kaçıp başka topraklara sığınan milyonlarca mültecinin,
öte yanda nüfus haritalarının yeniden düzenlenişinin M.Ö. yirminci yüzyılda
birer kopyası vardı.
Mezopotamya
metinlerinde “yıkımdan kaçanlar” anlamına gelen munnabtutu terimi ilk kez o sıralarda görülür. Kendi M.S. yirminci yüzyıl
( ve 21. Yy. Da da. Aden) deneyimimiz ışığında bakınca “yerlerinden edilen
kişiler” şeklinde daha doğru bir tercüme yapmak mümkün olabilir; birkaç
bilginin sözleriyle “kabilesizleştirilen kişiler”, yani yalnızca evlerini,
mallarını ve işlerini değil ait oldukları ülkeleri de kaybedip başka halkların
topraklarında dinsel sığınma veya kişisel güvenlik arayan “devletsiz
sığınmacılar” olan kişiler.
Sümer
tükenmiş ve ısız bir hal alınca, halkının geride kalan kısmı [Hans Baumann’ın
The Land of Ur (Ur Diyarı)] adlı eserindeki sözleriyle anlatırsak “dört bir
yana dağıldı; sümerli doktorlar ve gök bilimciler, mimarlar ve heykeltraşlar,
mühür kesiciler ve katipler başka ülkelerde öğretmen oldular.”
Sümer ve
uygarlığı bu acı sonu yaşarken böylece onlar da pek çok Sümer “ilk” ine bir
yenisini eklediler: İlk Büyük Sürgün.
Göç
yollarının onları, daha önceki ilk gurupların, daha o zamanlarda bile ”Ur’dan
uzaktaki Ur” olarak bilinen yere, Mezopotamya’nın Anadolu ile birleştiği Harran
gibi yerlere götürdüğü kesindir. Onların bu dolaşma sırasında tıka basa yüklü
kervanları ve gemileriyle karada ve denizde yakın ve uzak yerlere yol açan ünlü
Ur tacirlerinin izinden de gitmiş olduklarına hiç şüphe yok. Aslında Sümer’in
“yerinden edilmişleri” nin nereye gittiklerini yabancı ülkelerde birbiri
ardınca gelişen yabancı kültürlere bakarak görmek mümkündür: Yazısı çivi yazısı
olan, dillerinde (özellikle de bilim dallarında) sayısız Sümerce “ödünç kelime”
bulunan, tanrıları yerel isimlerle anılsalar da
panteonları sümer panteonu, “mitleri”,
Sümer miti kahramanlık hikayeleri Sümer kahramanlarının hikayeleri olan
kültürlerdir bunlar.
Sümer’in
gezginleri ne kadar uzaklara gitmişlerdi acaba?.
Sümer’in
yıkılışından sonraki iki veya üçyüzyıl içinde kurulan yeni ulus devletlerin
bulunduğu yerlere kesinlikle gitmiş olduklarını söyleyebiliriz. Marduk ve
Nabu’nun takipçileri olan Amurrular (“batılılar”) Mezopotamya’ya akarak doluşup
Marduk’un Babil’inin İlk Handanını oluşturan hükümdarları aralarından
çıkartmaktayken diğer kabileler ve müstakbel uluslar Yakın Doğu, Asya ve
Avrupa’yı sonsuza dek değiştirecek olan muazzam göç hareketlerine
girişmişlerdi. Babil’in kuzeyinde Asur’un, kuzeydoğuda Hitit krallığının,
batıda Hurrilerin Mitanni’sinin, Kafkaslardan başlayıp Babil’in kuzeydoğusu ve doğusuna
yayılan Hint-Ari krallıklarının, güneydeki “çöl halkının” ve güneydoğudaki
“deniz halkının” krallıklarının ortaya çıkışına yol açtılar. Asur, Hatti ülkesi, Elam, Babil’in son
kayıtlarından ve bunların başka ülkelerle yaptıkları (içinde herbirinin ulusal
tanrılarının adlarının anıldığı) anlaşmalardan biliyoruz ki Sümer’in büyük
tanrıları, Marduk’un onlara Babil’e gelip kutsal mahallenin sınırları içinde
yaşamaları yolundaki davetine itibar etmeyip, yeni ve eski-yeni ulusların
ulusal tanrıları haline gelmişlerdi.
Sümerli
sığınmacılar işte böylelikle Mezopotamya’yı çevreleyen tüm ülkelerde himaye
gördüler ve aynı zamanda onlara ev sahipliği yapan ülkelerin modern ve gelişen
devletlere dönüşmesinde katalizör hizmeti gördüler. (Yahudi göçlerinde olduğu gibi.
aden.)
Ama bazıları
daha da uzak ülkelere dek gitmiş, oralara ya kendi başlarına ya da büyük
olasılıkla bizzat yerinden edilmiş tanrılarının eşliğinde göç etmiş
olmalıydılar. Doğuda Asya’nın sınırsız toprakları uzanmaktaydı. Arilerin (veya
bazılarının tercih ettiği deyişle Hint-Arilerin) göç dalgası çok
tartışılmıştır. Kökeni Hazar Denizi’nin güneybatısında bir yerlerde olan bu
halk bir zamanlar İştar’ın Üçüncü Bölge’si olan yere, orayı tekrar meskun hale
getirip canlandırmak üzere İndüs Vadisi’ne göç etmişlerdi.
Bunların her
ikisi de Sümer yazısının belirleyici özelliğiydi. Çin ve Sümer yazıtları
arasındaki benzerliklere ilişkin on dokuzuncu yüzyılda yapılan gözlemler,
C.J.Ball’ın Oxford Üniversitesi himayesinde 1913’te yayınlanan Chinese and
Sumerian (Çince ve Sümerce) adlı incelemesinin ana temasıydı. İnceleme Sümerce
resim yazısı ile Çin yazısının eski biçimleri (Ku Wen) arasındaki benzerlikleri
kesin bir şekilde kanıtlamıştır. Ball’ın araştırması söz konusu resim
yazılarının yalnızca aynı görünmekle kalmayıp (pek çok somut örnekte) aynı
biçimde telaffuz edildiklerini de göstermiştir; bunlar arasında “gök” ve
“tanrı” için An, “efendi” veya “şef” için En, “Arz” veya “ülke” için Ki, “ay”
için İtu, “parlak/ışıldayan” (gezegen veya yıldız) için Mul gibi anahtar
kelimeler de bulunmaktadır. Dahası, Sümerce bir kelimenin birden fazla anlam
içerdiği durumlarda buna koşut olan Çince resim yazısı da benzer anlamlar
gurubuna sahipti..
Dilbilimsel
ve diğer kanıtların işaret ettiği gibi Sümer’den yola çıkan munnabtutu (göçmenler) biri Karadeniz çevresinden dolaşıp
Kafkaslar’I aşan ve diğeri de Anadolu üzerinden geçen iki rotayı kullanarak
ayrıca batıya, Avrupa’ya doğru gitmiş de olabilirlerdi. Birinci rotayla ilgili
teoriler Sümerli sığınmacıların günümüzde Gürcistan olan bölgeden geçip- bu
durum burada yaşayan halkın sıra dışı dilinin Sümerce ile yakınlık göstermesini
açıklayabilir- sonra Volga nehri boyunca ilerlerlerken ilk çağlardaki adı
Samara olan (Kubiçev) başlıca şehrini kurduklarına ve –bazı bilginlere göre-
sonunda Baltık denizi’ne ulaştıklarına ilişkindir. Bu durum sıra dışı Fin
dilinin Sümerce dışında başka hiçbir dile benzemeyişini açıklayabilirdi.
(Bazıları Estonya diline de böyle bir köken atfetmektedir.)
Bazı
arkeolojik kanıtların dilbilimsel kanıtları destekliyor olduğu diğer bir rota
ise Sümerli sığınmacıların Tuna nehri boyunca ilerlediklerini öne sürmektedir;
bu durum kendi eşsiz dillerinin Sümerce dışında başka hiçbir kökeni
olamayacağına dair Macarlar arasında varolan derin ve kalıcı inancı
desteklemektedir.
Sümerler
gerçekten de bu yolla mı gelmişlerdi ? Cevabı Tuna nehrinin Karadeniz ile
birleştiği noktada bulunan ve bir zamanlar Kelt-Roma eyaleti olan Dacia’da ilk
çağlardan kalan muamma dolu eski eserlerden birinde bulunabilir. Orada,
Sarmizegetusa denilen bir bölgede, araştırmacıların “takvim tapınakları” dedikleri
ve pekala “Karadeniz kıyısındaki stonehenge” olarak tanımlanabilecek olan
yapıyı da içeren bir dizi yapı yer almaktadır.
Hadrian
Daicoviciu tarafından yapılan II Templo-Calendario Dacico di Sarmizegetusa
(Dacia’daki Sarmizegetusa’ nın Takvim Tapınağı) gibi çalışmalar bu yapının ,
dönemsel olarak bir onüçüncü ayın eklenmesiyle güneş ve ay yılları arasında
doğru biçimde artık yıl hesabı yapmak da dahil bir dizi çeşitli hesaplamayı ve
tahmini mümkün kılacak bır ay-güneş takvimi olarak iş gördüğünü önermektedir.
Bu ve Sümer altmışlık sisteminin temel rakamı olan altmış sayısının yaygınlığı
sebebiyle araştırmacılar kadim Mezopotamya ile ilgili güçlü bağlar kurmaya
yöneltmiştir. Bu benzerlikler, diye yazar H.Daicoviciu, “ ne bir tesadüf ne de
bir kaza olabilirdi.” Söz konusu bölgenin tarihinin ve tarih öncesinin
arkeolojik ve etnografik incelemeleri genelde M.Ö. ikinci bin yıl başlarında,
“üstün bir toplumsal örgütlenmeye sahip göçebe çobanlar” dan (Romanya hakkında
resmi bir rehberden alınan sözler) oluşan bir Bronz Çağ uygarlığının o zamana
dek “toprağı elleriyle işleyen bir nüfus” un yaşadığı bu bölgeye geldiğine
işaret etmektedir. “Sitchin.
Ankara Üniversitesi Dil
ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisinde yayınlanan Sümerce ile Macarca ilişkileri
hakkında bir araştırmada;
https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=4820140241134804265#editor/target=post;postID=5942387652171936632;onPublishedMenu=allposts;onClosedMenu=allposts;postNum=1;src=postname
https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=4820140241134804265#editor/target=post;postID=5942387652171936632;onPublishedMenu=allposts;onClosedMenu=allposts;postNum=1;src=postname
“Bir
sözcüğün tarihçesini açıklamak için onun kullanım alanının belirlenmesi de gerekmektedir.”
Sümer kültürünün etkisi doğal olarak daha sonra ortaya çıkan bir çok başka
kültürleri yoğun bir biçimde
etkilemiştir.
Mezopotamya'daki sürekli hareketler, göçler döneminde, yani o bölgede Sümer egemenliğinin
Milattan Önce iki bin yıllarında çöküşe geçtiği ve Pers İmparatorluğu'nun da
Milattan Önce VII. yüzyıldaki tam gelişme dönemine kadar süren bir dönem olduğu
görüşü bu konuya bir hipotez olarak bir açıklık getirebilir belki de. Birkaç
kavim birliği Sümer Dili ile geleneklerini korumak suretiyle kademeli olarak
kuzeye doğru göçe başlamış ve bunlar daha sonra da batıya doğru göç
etmişlerdir. Bu olay, tam olarak neredeyse iki bin yıl kadar sürmüştür. Göç
eden bu kavimler muhtemelen pek çok kere dağılmışlar, sonra da orada burada
değişik karışımlar biçiminde yeniden bir araya gelmişlerdir. Gezgin birer
göçebe kavmi olan bu kavimler daha sonraki dönemlerde Kafkasları geçmişler,
Avrasya steplerine ulaşmışlar ve orada, ileri seviyedeki kültürleri sayesinde
daha büyük bir topluluk haline gelmişlerdir. Ve bu topluluk steplerde yaşayan
çeşitli kavimlerden oluşmuştur. Bu kavim birliği kendi içinde pek fazla sıkı
bağlarla bağlı olmadığı için ilk başta kavimlerin bir kısmı batıya doğru
çekilmişler, bir ulus haline gelmişler ve sonunda da Macaristan diye bildiğimiz
ülkenin bulunduğu topraklara yerleşmişlerdir. Onları oraya götüren kavmin adı
tarihin günümüze kadar koruduğu 'magyar' dır."
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Dergisi
42,1-2
(2002) 79-97Sümerce-Macarca Sorunu. Lâszlö Papp.çeviren: Naciye Güngörmüş
Evet göç ettiler ve bunu yaparken de
kendi kültürlerini, birikimlerini,
dillerini ve yazılarını da gittikleri yerlere götürdüler ve oralardaki
diğer insan topluluklarına öğrettiler, karıştılar, etkilediler. Sümerce ile çok
çeşitli ve ayrı coğrafyalardaki diller arasındaki benzerlik / ilişki ve
akrabalık bununla açıklanabilir. Etimolojik
Bölümlerde bu konu incelenmeye çalışılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder