Sümer yazısının (çivi yazısının) başlangıçına
(resim yazı'ya) biraz değinmek gerekir. Sümer çivi yazısı (cuneatus,
keilschriftlich) bilindiği üzere resim-yazıdan geliştirilmiştir, resim-yazıyla
başlamıştır. "Bu yazı, süsleme ve oymacılık sanatından aldığı
basitleştirilmiş, biçimleştirilmiş (stilize edilmiş) betimlemelerle nesnelerin
krokisini çiziyordu". Yazının ilk başlangıç aşamalarında, arkaik bir
sistem olarak nesneler resim şeklinde gösterilmiştir. (Aynen bir çocuğa
öğrettiğimiz şekilde; çöp adam, yıldız, ay dede, ağaç, balık, ördek vb. basit
çizimleri gibi). "Çivi yazılarının paleografik evrimi, çizgiselden git
gide biçimlenmiş çivi yazısına doğru ilerlemiştir". Bunların ilk ve en
erken örnekleri Uruk'tan çıkarılmıştır. Bunlara 'Uruk Tabletleri- (MÖ.3200
tarihli)" denmektedir. Ayrıca Kiş'de ve Cemdet-nasr yerleşimlerinde
(Cemdet-nasr Tabletleri), Ur'da (Ur Tabletleri-2700 tarihli) ve Fara'da (2600
tarihli).. gibi değişik zamanlarda birçok şekil / çizim / resim / yazı tabletleri
bulundu ki bunların sayılarının 1500 kadar olduğu tahmin edilmektedir. "Bunların
büyük bir bölümü kolayca tanınabilen, nesnelerin gerçek krokilerinden oluşan"
çizimler şeklindeydi." Başlar, insan ya da çeşitli hayvan vücut
bölümleri, bitkiler, mutfak aletleri, yer şekillerinin profilleri" vb.
gibi. Bunlar V. bin yılın sonundan itibaren seramiklerde ve mühürlerde
görülen işaretlerin bir devamıydı. Bu konuda çok çeşitli kaynaklardan
derlediğim kısa bir örnek olması bakımından bu işaretlerin bir kısmına ve kısa
bir evrilişine aşağıdaki linke tıklayarak bakabilirsiniz. https://docs.google.com/document/d/1ZMUNmyB5T1WKbNi3d6kxLlKxi7rVxuy-3OKt9kJuLb0/edit?hl=en#
Ayrıca daha meraklılar ve araştırıcılar Adam Falkenstein' ın
"Archaische texte aus Uruk I. 1936" tarihli eserine de yine aşağıdaki
linkten nissen_archaic_texts.pdf olarak da erişebilirler. http://cdli.ucla.edu/tools/SignLists/ATU1/HTML/P0001.html
. Burada
şekillerden bir kısmı (891 şekil) detaylı bir şekilde gösterilmiş ve
incelenmiştir.
"Falkenstein, yalnızca 1932'den önce Uruk'ta,
Cemdet-nasr ve Fara'da bulunan tabletleri dikkate almıştı. Bunlara 1935-36'da
yayınlanan Ur tabletlerini, özellikle o zamandan beri Uruk'ta her kazı
bölgesinden (toplam 30 kadar kazı bölgesi vardı) çıkarılan ve sayısı kimi kez
yüzü bulan tableti de eklemek gerekir. Toplam sayıları bugün hala hesaplanamamış,
ya da en azından yayımlanmamıştır; burada bulunan yeni yazı işaretleri de öyle.
Bu belgelerin tümünü incelemeyi sürdüren Berlin'li araştırmacılar, epeyce
belirgin 1500 kadar şekil saydılar."
(Bottero, 2003).
Resim yazıdan çivi yazısına geçiş süreci doğaldır ki çok uzun bir zamanı
kapsadı ve çeşitli aşamalardan geçti. ilk arkaik şekiller genel olarak
muhafaza edilerek üzerlerinde yazım / çizim kolaylığı açısından ufak tefek
değişiklikler yapıldı.. zamanla bir araya getirilen işaretler yardımıyla daha
anlamlı ifadeler / kelimeler oluşturuldu. Örneğin su işareti+göz işareti =
gözyaşı, ağız+su=içmek, ağız+ekmek=yemek, saban+adam=çiftçi.. bütün bunlar
somut nesnelerin yazımıydı, işaretlerin gösterileni / anlatılanı her zaman bir
"nesne" idi.
Daha sonra nesneler arasında gruplamalar yapıldı, bunlar tanımlayıcı
işaretlerle sınıflandırıldı, tanrısal / ilahsal şeyler, ağaç ve ağaçtan yapılan
nesneler, taş, kuş, meslek, maden, toprak kaplar, özel isimler, yerleşimler,
akarsular, ülke adları, şehirler, giyim eşyaları vb. gibi şeyleri belirtmek
için önlerine veya sonlarına tanımlayıcı / ayırdedici işaretler konuldu.
Bu resimler temel alınarak, yazım kolaylığı için üzerinde çok az
değişikliklerle çivi yazısı şekline dönüştürülmüştür. Dolayısıyle çivi
yazısının anlaşılması ve çözümlenmesinde / okunmasında ilk resim şekilleri /
"arkaik frekanslar"ı bizlere çok şey anlatır. Resim yazıdan çivi
yazısına geçiş süreci birçok kitapta bilimsel bir şekilde detaylı olarak
anlatılır. (Bottero, 2003).
Tekrar etmek gerekirse, burada önemli olan ve vurgulamak istediğim konu
esas itibariyle şudur:
Bu resimler; nesnelerin basit krokisi / gerçek krokisi
idi, nesneler resim şeklinde gösterilmişti / gördükleri nesneleri çizmişlerdi,
nesneleri özellikleriyle birlikte ifade ediyorlardı. Çivi yazısının en son
şeklinden bile geriye doğru evrilişin izi sürülürse bu ilk resim yazılara
ulaşılır ( ya da tam tersi).
Bugün hala bu resim yazılardan bazılarının neyi ifade
ettikleri hala çözümlenememiştir - ya da çözümlenmiş ama saklanmıştır. Arada
5.000 yıldan fazla bir zaman var. Ayrıca da yazının (Sümerce'nin) ilk
çözümlemelerinde / okunmalarında (19. yy.ın sonu ve 20.yy.ın başı) yapılan
yanlışlar ve hatalar ve bu ilk hatalara ve okumalara kuyruk gibi / tabuymuş
gibi yapışmalar ve papağan gibi tekrarlamalar ile konuları bir bütün şeklinde
inceleyememe ve bir de zamanın getiremediği (bilimsel-teknolojik bilgi
birikiminin getiremediği) bir anlayış/ kavrayış eksikliği ile birlikte biraz da
cesaret yoksunluğu ve zamanında Dünya ve bölgesel çapta hakim hegemonik
güçlerin yüzyıllar boyunca / hatta bin yıllar boyunca yaptıkları çarpıtmalar ve
gizlemeler var..
Sümer resim yazısında, işaretlere, sözcüklere çok
anlam / çoklu anlam yüklenmiştir. Nesnelerin adları bizatihi onların
özellikleridir, karakterleridir, kaderleridir.
Burada Jean Bottero'dan bazı paragrafları aktarmakta yarar var ; Resim yazı
işaretlerinin evriminde, "Nesneler arasında bulunan bağlara
(ilintilere) başvurularak işaretlerin anlamsal içeriği zenginleştirildi, ki bu
yöntem epeyce kullanılmıştır....'yıldız'; tanrıları, yukarıyı, üstün, en yüce
olan, ilahsal şeyleri, 'aslan'; tehlikeyi, öfkeyi, 'toprak /yer'; ülkeyi,
toprağı, dünyayı, hatta yeraltını, yerleşim yerini, yeri belirtmek için
kullanılırdı."
Resim yazıdaki işaretler, adlar ve isimler, ifade
ettiği bütün güçleri, değerleri, sıfatları içeriyordu. O toplumda kişilere
verilen adlar, "o kişinin alınyazısını da
belirliyordu...Mezopotamya'da nesnelerle ilgili görüşlerin temeli olan bu
'yazgı' kavramı, varlıkların tanrılar tarafından hesaplanıp yaratılmış
'doğalarını' ifade ediyordu... ad, 'yazgı' nın tercümesinden başka bir şey
değildi, başka bir deyişle 'doğanın halis ifadesiydi'... bu ülkede ad, sözcük,
bu gerçekçi görüş açısına göre tam anlamına ancak yazıya geçirildiğinde ulaşabiliyordu;
o dönemin geleneğinde, yaratılanların, tanrıların aldıkları kararların
sonuçları olan yazgıları çoğunlukla Yazgılar Tableti'nin üstüne yazılırdı;
bunun sahibi de bizzat Egemen Tanrıydı".
Sümerlerde "hem ad'a , yani işaret ettiği sözcüğe, hem de yazı'ya
ilişkin gerçekçi bir anlayış" vardı, "orada ad; bizde olduğu
gibi nesnenin dışında kalan, tesadüfi bir olgu değildir; yani bir dizi ses
biriminin bir araya gelip bir anlam ilişkisine girmesi biçiminde göreli, basit
bir birleşme, bir boş seda değildir. Bunun aksine onlara göre adın kaynağı adı
veren kişi değil adlandırılan şeydir; bu ad zorunlu olarak o şeyden çıkıp
türemiştir: Tıpkı, aslının parçası olan gölge, suret gibi onun doğasını tercüme
eder. Öyle ki onlara göre adı olmak ile (adın yansıttığı niteliklere göre var
olmak) aynı anlama gelir. "
Üzerine basa basa, hep vurgulanması ve altının çizilmesi gerektiği gibi;
"resim yazı, daha ziyade nesnelere dayalı bir yazıydı, doğrudan
doğruya nesneleri aktarıyordu; bunu da krokilerle, uzlaşımsal şekillerle
yapıyordu; bunların kendileri de zaten nesnelerdi, zira bunlarda, dolaylı ya da
dolaysız olarak maddi nesneler seçilebiliyordu.".
"Çivi yazısı ilk baştaki esas işlevini (resim
yazı), yani doğrudan nesnelere gönderme yapma işlevini yitirmemiştir, .. asla
terk edilmemiş, bunların .. sonuçta resim yazılı işaretler oldukları, ..
bunların kolaylıkla bu içerikleri kazanabilecekleri göz ardı edilmemiştir".
Sümerlerde, "yazı kesinlikle somut ve gerçekçi bir şeydi; İlk olarak
yazılan şey, sözcük, yani nesnenin telaffuz edilen adı değil nesnenin bizzat
kendisiydi; bu nesnenin bir adı vardı, ama nesneden ayrılmayan, ona karışmış
bir addı bu. Nesneyle aynı değerdeki, nesneye benzeyen bu yazılı adın her
parçası, en küçük tuz tanesinde koca bir tuz kayasının bütün özelliklerinin
olması gibi, bütünün tüm özelliklerini içeren bir tözle karşılaştırılabilir
maddi, somut, yoğun bir veriyi oluşturuyordu. Bundan dolayı nesne nasıl
işlenirse ad da öyle işlenebilirdi; böylece nesnenin gerçekliği ve
anlaşılabilirliği açısında her şey addan çıkarsanabilirdi".
"İşaretlerin çok değerli oluşu, çok anlamlı oluşu aslında ilk resim yazıya
dayanır; her bir işaretin çevresinde zorunlu olarak bir 'anlam halesi' oluşmuş
ve bu da bizzat nesnelerin ve aralarındaki ... ilişkilerin üzerine
oturtulmuştur".
Antik Mezopotamya'nın "kavramları ve
uygulamaları,, adların, adlandırılmış nesnelerle ilgili bilgiyi genişletmek ve
derinleştirmek amacıyla kullanılışı, bizimkinden çok farklıdır, gece ile gündüz
gibi. Artık bu diyalektiği ve onun koşullarını kabul etmesek bile bu bir olgudur..
tarihçi.. geçmişi anlamaya çalışmalıdır; bunu yaparken kendi özel
parametrelerini değil, o zamanı ve o yeri temel almalıdır. Nesnelerle ilgili bu
tür bir bakış, gösterenler ile gösterilenlerin, yazılı işaretlerin sözcüklerde
ve nesnelerde böylesine gerçekçi .. ilişkilerin bu şekilde işlemesi .. yazının
kökenlerinde yerlerini almışlar, yazıyla birlikte hüküm sürmüşler, yazının
muhakemesiyle, yazılı kültürle bütünleşmişlerdir.".
Jean Bottero devamla şöyle der: "Tanrıların insanlarla
ilişkilerine, yaratıcı düşüncelerinin derinliklerine ve yarattıklarına karşı
davranışlarına ilişkin .. tümevarımcı .. binlerce belgeyle geniş bir biçimde
kanıtlanmış bu olgu, çok geniş bir alanı kapsayan düşünce ve uygulama
bütünlüğüydü. Bunun nedeni şuydu: .. tanrılar dünyayı yaratmak, sonra da
insanları günü gününe yönetmek için öncelikle bütün varlıkların yazgılarını
hesaplamak zorundaydılar; emirleri verdikten sonra emirlere maddilik, genellik
ve güç kazandırmak için bunları yazmaları gerekiyordu; resim yazılı ve fikir
yazılı işaretler oluşmakta olan, yani tanrıların yaratmakta oldukları nesneleri
ifade ediyordu; böylece nesnelerin oluşum esnasındaki sıra dışı, beklenmedik
durumlarını kaydediyorlardı; yani yazı yoluyla tanrı buyruğunu 'kelimesi
kelimesine' kayda geçiriyorlardı; nihayet herhangi bir insan tanrıların
kullandıkları düzgüyü böyle öğreniyordu ( bu da çivi yazısındaki düzgünün
tastamam aktarılmasıydı); başka bir deyişle evrenin nesnelerinde
somutlaştırılmış 'fikir yazılı' işaretlerin anlamsal değeri sayesinde bunların
şifreleri çözülüyor, bunları yaratanların karşı çıkılmaz buyrukları
anlaşılıyordu; örneğin işin içinde bir 'arslan' olunca bunun anlamı şiddet,
gaddarlık, güç ya da yırtıcılıktı, tıpkı çivi yazısında her 'yıldız' ın
gökselliği, yukardakini anlatması gibi: İşte bu birbirine bağlı, birbiri içine
girmiş nedenler bir araya gelince .. fikir yazılı işaretler ile 'gerçek
içerikleri' arasında mantıksal, katı, değişmez, evrensel zorunlu bağlar
kurulmuş .. maddi açıdan birbirinden uzak, herhangi bir yerde birbiriyle ilgisi
olmayan şeyler arasındaki ilişkilere yönelik güçlü bir sistemli araştırma ve
çözümleme düzeneğinin ilk parçaları oluşmaya başlamıştır".
Çok zaman sonra bile, bu kavram ve anlayış ,
"bir bilinç hali olarak kalıyordu; bu aynı arkaik bakış açısı değildi ama
en azından şeylere dayalı yazıya ilişkin bir bilinç ve anıydı, geniş bölümleri
elimizde bulunan katalog ve listeler bu bilinci ve anıyı besliyordu (yani bütün
tabletler bunu gösteriyordu aden); hem bu bilinç vardı hem de yazının ilk
baştaki gerçekçi haline, yani bir tek işaret yoluyla bir şeyden diğerine
geçmeyi, bir gerçekliği bir başka gerçeklikten çıkarmayı sağlayan, böylece
yazılı adı yoluyla herhangi bir nesneyi tanımayı , o nesnenin adını tahlil
ederek bilgiyi artırmayı sağlayan somut, çok anlamlı bir biçime varma olanağı
vardı.". Evet vardı.. Ancak tabletlerin ilk okumaları /
çözümlemelerinde bu anlayış / kavrayış hakim olamadı. Çok basit bir mantıkla,
sanki bir dilden bir dile tercüme yapar gibi, resim yazılara rastgele, içinde
bulunulan zamanın anlayışlarıyla bir takım anlamlar / isimler yakıştırdılar,
arkadan gelenler de onları 'duayen / üstad' kabul etti ve bu böylece devam
etti. Ortaya ne çıktı ?. Binlerce tablet hala doğru dürüst bir okuma /
çözümleme bekliyor. Onun için hala binlerce tablet habire revize ediliyor .!
Bütün bu anlatılanlardan çıkartılabilecek sonuç da kısaca şöyle formüle
edilebilir : Yazının kaynağı (resim yazı) görülmeden, anlaşılmadan, o kaynağın
zaman ve yeri temel alınmadan; bunlara aynı yazı ve anlam çerçevesi içinden
bakmadan, o resim yazıların 'anlam haleleri' ni çözmeden, bizlere ne
demek istediklerini / anlattıklarını çözemeyiz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder