23 Şubat 2015 Pazartesi

Resimden Yazı'ya

Resim-Yazı

Sümer yazısının (çivi yazısının) başlangıçına (resim yazı'ya) biraz değinmek gerekir. Sümer çivi yazısı (cuneatus, keilschriftlich) bilindiği üzere resim-yazıdan geliştirilmiştir, resim-yazıyla başlamıştır. "Bu yazı, süsleme ve oymacılık sanatından aldığı basitleştirilmiş, biçimleştirilmiş (stilize edilmiş) betimlemelerle nesnelerin krokisini çiziyordu". Yazının ilk başlangıç aşamalarında, arkaik bir sistem olarak nesneler resim şeklinde gösterilmiştir. (Aynen bir çocuğa öğrettiğimiz şekilde; çöp adam, yıldız, ay dede, ağaç, balık, ördek vb. basit çizimleri gibi). "Çivi yazılarının paleografik evrimi, çizgiselden git gide biçimlenmiş çivi yazısına doğru ilerlemiştir". Bunların ilk ve en erken örnekleri Uruk'tan çıkarılmıştır. Bunlara 'Uruk Tabletleri- (MÖ.3200 tarihli)" denmektedir. Ayrıca Kiş'de ve Cemdet-nasr yerleşimlerinde (Cemdet-nasr Tabletleri), Ur'da (Ur Tabletleri-2700 tarihli) ve Fara'da (2600 tarihli).. gibi değişik zamanlarda birçok şekil / çizim / resim / yazı tabletleri bulundu ki bunların sayılarının 1500 kadar olduğu tahmin edilmektedir. "Bunların büyük bir bölümü kolayca tanınabilen, nesnelerin gerçek krokilerinden oluşan" çizimler şeklindeydi." Başlar, insan ya da çeşitli hayvan vücut bölümleri, bitkiler, mutfak aletleri, yer şekillerinin profilleri" vb. gibi.  Bunlar V. bin yılın sonundan itibaren seramiklerde ve mühürlerde görülen işaretlerin bir devamıydı. Bu konuda çok çeşitli kaynaklardan derlediğim kısa bir örnek olması bakımından bu işaretlerin bir kısmına ve kısa bir evrilişine aşağıdaki linke tıklayarak bakabilirsiniz.  https://docs.google.com/document/d/1ZMUNmyB5T1WKbNi3d6kxLlKxi7rVxuy-3OKt9kJuLb0/edit?hl=en#

Ayrıca daha meraklılar ve araştırıcılar Adam Falkenstein' ın "Archaische texte aus Uruk I. 1936" tarihli eserine de yine aşağıdaki linkten nissen_archaic_texts.pdf  olarak da erişebilirler. http://cdli.ucla.edu/tools/SignLists/ATU1/HTML/P0001.html . Burada şekillerden bir kısmı (891 şekil) detaylı bir şekilde gösterilmiş ve incelenmiştir.

"Falkenstein, yalnızca 1932'den önce Uruk'ta, Cemdet-nasr ve Fara'da bulunan tabletleri dikkate almıştı. Bunlara 1935-36'da yayınlanan Ur tabletlerini, özellikle o zamandan beri Uruk'ta her kazı bölgesinden (toplam 30 kadar kazı bölgesi vardı) çıkarılan ve sayısı kimi kez yüzü bulan tableti de eklemek gerekir. Toplam sayıları bugün hala hesaplanamamış, ya da en azından yayımlanmamıştır; burada bulunan yeni yazı işaretleri de öyle. Bu belgelerin tümünü incelemeyi sürdüren Berlin'li araştırmacılar, epeyce belirgin 1500 kadar şekil saydılar."  (Bottero, 2003).
Resim yazıdan çivi yazısına geçiş süreci doğaldır ki çok uzun bir zamanı kapsadı ve çeşitli aşamalardan geçti. ilk arkaik şekiller genel olarak muhafaza edilerek üzerlerinde yazım / çizim kolaylığı açısından ufak tefek değişiklikler yapıldı.. zamanla bir araya getirilen işaretler yardımıyla daha anlamlı ifadeler / kelimeler oluşturuldu. Örneğin su işareti+göz işareti = gözyaşı, ağız+su=içmek, ağız+ekmek=yemek, saban+adam=çiftçi.. bütün bunlar somut nesnelerin yazımıydı, işaretlerin gösterileni / anlatılanı her zaman bir "nesne" idi.
Daha sonra nesneler arasında gruplamalar yapıldı, bunlar tanımlayıcı işaretlerle sınıflandırıldı, tanrısal / ilahsal şeyler, ağaç ve ağaçtan yapılan nesneler, taş, kuş, meslek, maden, toprak kaplar, özel isimler, yerleşimler, akarsular, ülke adları, şehirler, giyim eşyaları vb. gibi şeyleri belirtmek için önlerine veya sonlarına tanımlayıcı / ayırdedici işaretler konuldu.
Bu resimler temel alınarak, yazım kolaylığı için üzerinde çok az değişikliklerle çivi yazısı şekline dönüştürülmüştür. Dolayısıyle çivi yazısının anlaşılması ve çözümlenmesinde / okunmasında ilk resim şekilleri / "arkaik frekanslar"ı bizlere çok şey anlatır. Resim yazıdan çivi yazısına geçiş süreci birçok kitapta bilimsel bir şekilde detaylı olarak anlatılır. (Bottero, 2003).
Tekrar etmek gerekirse, burada önemli olan ve vurgulamak istediğim konu esas itibariyle şudur:
Bu resimler; nesnelerin basit krokisi / gerçek krokisi idi, nesneler resim şeklinde gösterilmişti / gördükleri nesneleri çizmişlerdi, nesneleri özellikleriyle birlikte ifade ediyorlardı. Çivi yazısının en son şeklinden bile geriye doğru evrilişin izi sürülürse bu ilk resim yazılara ulaşılır ( ya da tam tersi).

Bugün hala bu resim yazılardan bazılarının neyi ifade ettikleri hala çözümlenememiştir - ya da çözümlenmiş ama saklanmıştır. Arada 5.000 yıldan fazla bir zaman var. Ayrıca da yazının (Sümerce'nin) ilk çözümlemelerinde / okunmalarında (19. yy.ın sonu ve 20.yy.ın başı) yapılan yanlışlar ve hatalar ve bu ilk hatalara ve okumalara kuyruk gibi / tabuymuş gibi yapışmalar ve papağan gibi tekrarlamalar ile konuları bir bütün şeklinde inceleyememe ve bir de zamanın getiremediği (bilimsel-teknolojik bilgi birikiminin getiremediği) bir anlayış/ kavrayış eksikliği ile birlikte biraz da cesaret yoksunluğu ve zamanında  Dünya ve bölgesel çapta hakim hegemonik güçlerin yüzyıllar boyunca / hatta bin yıllar boyunca yaptıkları çarpıtmalar ve gizlemeler var..
Sümer resim yazısında, işaretlere, sözcüklere çok anlam / çoklu anlam yüklenmiştir. Nesnelerin adları bizatihi onların özellikleridir, karakterleridir, kaderleridir.
Burada Jean Bottero'dan bazı paragrafları aktarmakta yarar var ; Resim yazı işaretlerinin evriminde, "Nesneler arasında bulunan bağlara (ilintilere) başvurularak işaretlerin anlamsal içeriği zenginleştirildi, ki bu yöntem epeyce kullanılmıştır....'yıldız'; tanrıları, yukarıyı, üstün, en yüce olan, ilahsal şeyleri, 'aslan'; tehlikeyi, öfkeyi, 'toprak /yer'; ülkeyi, toprağı, dünyayı, hatta yeraltını, yerleşim yerini, yeri belirtmek için kullanılırdı."
Resim yazıdaki işaretler, adlar ve isimler, ifade ettiği bütün güçleri, değerleri, sıfatları içeriyordu. O toplumda kişilere verilen adlar, "o kişinin  alınyazısını da belirliyordu...Mezopotamya'da nesnelerle ilgili görüşlerin temeli olan bu 'yazgı' kavramı, varlıkların tanrılar tarafından hesaplanıp yaratılmış 'doğalarını' ifade ediyordu... ad, 'yazgı' nın tercümesinden başka bir şey değildi, başka bir deyişle 'doğanın halis ifadesiydi'... bu ülkede ad, sözcük, bu gerçekçi görüş açısına göre tam anlamına ancak yazıya geçirildiğinde ulaşabiliyordu; o dönemin geleneğinde, yaratılanların, tanrıların aldıkları kararların sonuçları olan yazgıları çoğunlukla Yazgılar Tableti'nin üstüne yazılırdı; bunun sahibi de bizzat Egemen Tanrıydı".
Sümerlerde "hem ad'a , yani işaret ettiği sözcüğe, hem de yazı'ya ilişkin gerçekçi bir anlayış" vardı, "orada ad; bizde olduğu gibi nesnenin dışında kalan, tesadüfi bir olgu değildir; yani bir dizi ses biriminin bir araya gelip bir anlam ilişkisine girmesi biçiminde göreli, basit bir birleşme, bir boş seda değildir. Bunun aksine onlara göre adın kaynağı adı veren kişi değil adlandırılan şeydir; bu ad zorunlu olarak o şeyden çıkıp türemiştir: Tıpkı, aslının parçası olan gölge, suret gibi onun doğasını tercüme eder. Öyle ki onlara göre adı olmak ile (adın yansıttığı niteliklere göre var olmak) aynı anlama gelir. "
Üzerine basa basa, hep vurgulanması ve altının çizilmesi gerektiği gibi; "resim yazı, daha ziyade nesnelere dayalı bir yazıydı, doğrudan doğruya nesneleri aktarıyordu; bunu da krokilerle, uzlaşımsal şekillerle yapıyordu; bunların kendileri de zaten nesnelerdi, zira bunlarda, dolaylı ya da dolaysız olarak maddi nesneler seçilebiliyordu.".
"Çivi yazısı ilk baştaki esas işlevini (resim yazı), yani doğrudan nesnelere gönderme yapma işlevini yitirmemiştir, .. asla terk edilmemiş, bunların .. sonuçta resim yazılı işaretler oldukları, .. bunların kolaylıkla bu içerikleri kazanabilecekleri göz ardı edilmemiştir". Sümerlerde, "yazı kesinlikle somut ve gerçekçi bir şeydi; İlk olarak yazılan şey, sözcük, yani nesnenin telaffuz edilen adı değil nesnenin bizzat kendisiydi; bu nesnenin bir adı vardı, ama nesneden ayrılmayan, ona karışmış bir addı bu. Nesneyle aynı değerdeki, nesneye benzeyen bu yazılı adın her parçası, en küçük tuz tanesinde koca bir tuz kayasının bütün özelliklerinin olması gibi, bütünün tüm özelliklerini içeren bir tözle karşılaştırılabilir maddi, somut, yoğun bir veriyi oluşturuyordu. Bundan dolayı nesne nasıl işlenirse ad da öyle işlenebilirdi; böylece nesnenin gerçekliği ve anlaşılabilirliği açısında her şey addan çıkarsanabilirdi".
"İşaretlerin çok değerli oluşu, çok anlamlı oluşu aslında ilk resim yazıya dayanır; her bir işaretin çevresinde zorunlu olarak bir 'anlam halesi' oluşmuş ve bu da bizzat nesnelerin ve aralarındaki ... ilişkilerin üzerine oturtulmuştur".
Antik Mezopotamya'nın "kavramları ve uygulamaları,, adların, adlandırılmış nesnelerle ilgili bilgiyi genişletmek ve derinleştirmek amacıyla kullanılışı, bizimkinden çok farklıdır, gece ile gündüz gibi. Artık bu diyalektiği ve onun koşullarını kabul etmesek bile bu bir olgudur.. tarihçi.. geçmişi anlamaya çalışmalıdır; bunu yaparken kendi özel parametrelerini değil, o zamanı ve o yeri temel almalıdır. Nesnelerle ilgili bu tür bir bakış, gösterenler ile gösterilenlerin, yazılı işaretlerin sözcüklerde ve nesnelerde böylesine gerçekçi .. ilişkilerin bu şekilde işlemesi .. yazının kökenlerinde yerlerini almışlar, yazıyla birlikte hüküm sürmüşler, yazının muhakemesiyle, yazılı kültürle bütünleşmişlerdir.".
Jean Bottero devamla şöyle der: "Tanrıların insanlarla ilişkilerine, yaratıcı düşüncelerinin derinliklerine ve yarattıklarına karşı davranışlarına ilişkin .. tümevarımcı .. binlerce belgeyle geniş bir biçimde kanıtlanmış bu olgu, çok geniş bir alanı kapsayan düşünce ve uygulama bütünlüğüydü. Bunun nedeni şuydu: .. tanrılar dünyayı yaratmak, sonra da insanları günü gününe yönetmek için öncelikle bütün varlıkların yazgılarını hesaplamak zorundaydılar; emirleri verdikten sonra emirlere maddilik, genellik ve güç kazandırmak için bunları yazmaları gerekiyordu; resim yazılı ve fikir yazılı işaretler oluşmakta olan, yani tanrıların yaratmakta oldukları nesneleri ifade ediyordu; böylece nesnelerin oluşum esnasındaki sıra dışı, beklenmedik durumlarını kaydediyorlardı; yani yazı yoluyla tanrı buyruğunu 'kelimesi kelimesine' kayda geçiriyorlardı; nihayet herhangi bir insan tanrıların kullandıkları düzgüyü böyle öğreniyordu ( bu da çivi yazısındaki düzgünün tastamam aktarılmasıydı); başka bir deyişle evrenin nesnelerinde somutlaştırılmış 'fikir yazılı' işaretlerin anlamsal değeri sayesinde bunların şifreleri çözülüyor, bunları yaratanların karşı çıkılmaz buyrukları anlaşılıyordu; örneğin işin içinde bir 'arslan' olunca bunun anlamı şiddet, gaddarlık, güç ya da yırtıcılıktı, tıpkı çivi yazısında her 'yıldız' ın gökselliği, yukardakini anlatması gibi: İşte bu birbirine bağlı, birbiri içine girmiş nedenler bir araya gelince .. fikir yazılı işaretler ile 'gerçek içerikleri' arasında mantıksal, katı, değişmez, evrensel zorunlu bağlar kurulmuş .. maddi açıdan birbirinden uzak, herhangi bir yerde birbiriyle ilgisi olmayan şeyler arasındaki ilişkilere yönelik güçlü bir sistemli araştırma ve çözümleme düzeneğinin ilk parçaları oluşmaya başlamıştır".
Çok zaman sonra bile, bu kavram ve anlayış , "bir bilinç hali olarak kalıyordu; bu aynı arkaik bakış açısı değildi ama en azından şeylere dayalı yazıya ilişkin bir bilinç ve anıydı, geniş bölümleri elimizde bulunan katalog ve listeler bu bilinci ve anıyı besliyordu (yani bütün tabletler bunu gösteriyordu aden); hem bu bilinç vardı hem de yazının ilk baştaki gerçekçi haline, yani bir tek işaret yoluyla bir şeyden diğerine geçmeyi, bir gerçekliği bir başka gerçeklikten çıkarmayı sağlayan, böylece yazılı adı yoluyla herhangi bir nesneyi tanımayı , o nesnenin adını tahlil ederek bilgiyi artırmayı sağlayan somut, çok anlamlı bir biçime varma olanağı vardı.". Evet vardı.. Ancak tabletlerin ilk okumaları / çözümlemelerinde bu anlayış / kavrayış hakim olamadı. Çok basit bir mantıkla, sanki bir dilden bir dile tercüme yapar gibi, resim yazılara rastgele, içinde bulunulan zamanın anlayışlarıyla bir takım anlamlar / isimler yakıştırdılar, arkadan gelenler de onları 'duayen / üstad' kabul etti ve bu böylece devam etti. Ortaya ne çıktı ?. Binlerce tablet hala doğru dürüst bir okuma / çözümleme bekliyor. Onun için hala binlerce tablet habire revize ediliyor .!
Bütün bu anlatılanlardan çıkartılabilecek sonuç da kısaca şöyle formüle edilebilir : Yazının kaynağı (resim yazı) görülmeden, anlaşılmadan, o kaynağın zaman ve yeri temel alınmadan; bunlara aynı yazı ve anlam çerçevesi içinden bakmadan,  o resim yazıların 'anlam haleleri' ni çözmeden, bizlere ne demek istediklerini / anlattıklarını çözemeyiz..


Hiç yorum yok: