Sayfalar

8 Şubat 2015 Pazar

Sümer Göçleri II

Sümer Göçleri Üzerine II
Sümer ve Akad uygarlığının yıkılması/ çökmesi konusunda bir yazıdan alıntı yapalım:               
http://www.zetatalk.com/theword/tword04i.htm
Uygarlıklar çöktüğü zaman, sorumluğun sıklıkla kültürün kendisi olduğu ileri sürülür. Aldatan liderler, gücünü kaybeden ordu, kırsalı yozlaştıran çifçiler. Bu nedenle Akadlar tarafından M.Ö 2300’de kurulan dünyanın ilk imparatorluğunun sonlanışıyla ilgili geneleksel açıklama bu şekilde oldu. Onların hükümdarlığı günümüz Irağında Basra körfez’inden Türkiye’deki Fırat’ın kaynağına kadar 1300 km. boyunca uzanıyordu. Tek devlette birçok bağımsız toplumu içeren ilk devletti. Ama Akad İmparatorluğu 1 yy. sonra parçalandı, 1000 yıl boyunca böyle bir görkem bir daha olmadı. 
    
1993’de Yale Üniversitesinden arkeolojist Harvey Weiss, Akadların kendi yıkımlarından sorumlu olmadığını önerdi. Bunun yerine geniş çaplı, yüzyıllar süren kuraklığın yol açtığı tükenmeyi savundu (Science, 20 August 1993, p. 985). Aynı zamanda diğer uygarlıkları da yıkmıştı. Erken Grek, Mısır’da piramit inşaatcıları, Pakistandaki İndus Vadisi. Birçok arkeolojist bu çöküşlerin zamanlamasının belirsizliğinden dolayı şüpheyle yaklaşmış, sosyal ve siyasal açıklamaları yeterli görmüştür. Ama şimdi Weiss’in teorisi uygulamalı olarak en azından Akadlar için tamamen bağımsız kaynaktan yeni destek alıyor: Akad İmparatorluğunun kalbine 1800 km. uzaktaki Umman Körfezinde tam olarak doğru tarihli sürekli iklim kayıtları.      

Burada Amerikan Jeofizik Birliğinin yıllık sonbahar toplantısının son ayında, New York Palisades’deki Lamont-Doherty Dünya Gözlemevinden okyanus tarih bilimcisi Heidi Cullen ve Peter deMenocal ve onların meslektaşları körfez dibinden alınmış çökelti sondaj dolgusunun Weiss'in görüşüyle eşleştiğini bildirdiler: Akkadların kuzey kalesi Tell Leilan’ın terkedildiği zamanda başlayan son 10.000 yıllık dönemdeki en kötü kuraklık ve 300 yıl yıkımla devam eden susuzluk. Yeni sonuçların ışığında Weiss uygarlıkların evriminde iklim değişikliği ile ilgili “yeni ve güçlü nedensel etmen olarak görünmekte” 
diyor. 

Buna rağmen bazı arkeolojistler aynı kuraklığın eski dünya genelinde tarihi değiştirdiğini kabul etmek istemiyor. Harvard Üniversitesinden arkeolojist Carl Lamberg- Karlovsky bu verilere "just doesn't float" diyor. Ama o ve diğerleri yeni deniz kayıtlarının, günümüzde Türkiye, Irak, Suriye’nin parçalarını içeren Mezopotamya’nın kuzey bölümündeki Tell Leilan höyüğünde Weiss’in tanımladığı iklim-kültür bağlantısını destelediğini onaylıyor. Weiss, 1978 yılında kuzeydoğu Suriye’de Habur Ovasında kazı 
yapmıştı. 

Tell Leilan, yaklaşık M.Ö 3.cü binyılın ortasında 200 acres alanı kaplayan büyük bir kentti. İnsanları ovanın verimli tarlalarında hasatla gelişiyorlardı. Bol hasat sağlamak için Fırat ve Dicle ırmaklarından sulama yapan güney Mezopotamyadaki Sümer çifçilerinin aksine Tell Leilan çifçileri tarlalarında su için bol yağışa bağımlıydılar. Weiss; 1 yüzyıldan az sürede, orta Mezopotamyadaki Akkadların kuzey içlerine uzandıktan sonra, bu yağmurlar azalmaya başladı diyor. 

Weiss ve Paris'teki Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi'nde bir toprak bilimcisi ve arkeolog Marie-Agnes Courty, Tell Leilan’da birikmiş enkazı kazdıklarında, bozulan tuğlaların kilini içeren, insan aktivitesi işaretlerinden yoksun bir aralıkla karşılaştı. Tahıl tanelerinde karbon-14 ile belirlenen tarihe göre, terk ediliş yaklaşık M.Ö. 2.200’de başladı. Bu zamandan toprak örneklerinde, rüzgarla savrulan toz, eski bol yağışın veya solucan etkinliğinin birkaç işareti iyi bir şekilde gösterildi.
Bütün bunlar için; Tell Leilan’lılar ve olasılıkla çevresindekiler, Akad İmparatorluğunun kuzey illerinin çöküşünü tetikleyen, ani kuru ve rüzgarlı çevre ortamında geri çekildikleri önerildi. Yaklaşık 300 yıl sonra, bu kuraklığın belirtilerinin azalınca Tell Leilan’a yeniden yerleşildi.

Weiss daha ileri giderek kuraklıktan, göçmenlerin sulama yapılan güneye gittiğini önerdi. Göçmen sürüleri aynı kuraklıktan etkilenen sosyopolitik sistemi daha da gerdi. Tüm sistem baskı altında çökene kadar. Eski Mısır piramit yapıcıları, Filistin kasabaları, İndus Vadisi kentleri yaklaşık aynı zamanda ve görünüşe göre aynı karasal iklimden etkilenerek hızlı düşüşler kaydetti. 

İyi bir öykü. Ama eleştirmenler, kuraklıkla başa çıkmak için ekinlerini sulayan çifçilerin bulunduğu bir yerde, bütün Mezopotamya uygarlığını çökertecek yeterlilikte yıkıcı bir kuraklığın olup olmadığını sorguladı. Eski Dünya genelinde diğer kültürleri de devirecek böyle bir kuraklığa daha şüpheli baktılar. Bu düşünceyi sınamak için deMenocal ve Cullen büyük ve kötü kuraklığın gerçekte nasıl olduğunu görmeye karar verdiler. Tüm Mezopotamyayı toz çanağı haline gelmiş olsaydı, Şamal denilen sıcak kuzeybatı yaz rüzgarı tozu aşağı Dicle ve Fırat vadisine, İran körfezine ve sonunda Tell Leilan’dan 2.200 km. uzakta Umman körfezine estirecekti. Bu uslamayla Umman Körfezi çökeltilerini  çözümlediler. 

Almanya'daki Kiel Üniversitesinden okyanus tarih bilimcisi Frank Sirocko tarafından Umman 
Körfezinden alınmış, geçmişi 14000 yılı kapsayan 2 metrelik çökelti sondaj dolgusunda Cullen ve deMenocal bu uzaklara yolculuk eden tozları araştırdı. Sondaj dolgusu boyunca her 2 cm.den alınan örneklerde dolomit, quartz, ve kalsit minarellerini ölçtüler. Bunlar günümüzde Mezopotamyada Şamal rüzgarıyla taşınan tozlardaki baskın minerallerdir. Yaklaşık 11.000 yıl öncesine kadar son buzul çağ esnasında Uman körfezindeki rüzgarın taşıdığı toz seviyelerini yüksek buldular. Daha sonra günümüz seviyesine oturur. Ama karbon-14 ile yapılan tarihlemeyle M.Ö 2.000 (artı eksi 100 yıl)’deki örneklerde, zeminden 2-6 kez atım yapan bol miktarda toz minerali bulundu. Ulaşılan bu seviye, geçmiş 10.000 yıl içinde başka herhangi bir zamanda bulunamadı.    

Aşırı tozlanma -geniş bölgede kuraklığı gösteren- 140 yıl boyunca kalır, birkaç yüzyıllık süreyi gösteren 3.cü örnekte kaybolur. Aynı zamanda ekip, farklı bölgelerdeki tozlarda değişik oranda olluşan strontium ve neodymium izotoplarını izledi. Toz atılımları esnasında, Mezopotamya ve Arabistan toprağına benzer bileşimli minerallerin arttığını doğruladılar. 
     
Karbon tarihlemesinin belirsizlikleri göz önüne alındığında bile deniz toz atımları ve Tell Leilan’ın terk edilişinde birkaç yüzyıl fark vardır. Ama Cullen ve deMenocal sondaj dolgusunda daha sıkı bağlantı yapan başka zaman belirleyicisi buldu. Toz atımından önce yaklaşık 140 yıldan daha az süreli volkanik kül içeren tabaka. Zaten Weiss, Tell Leilan’ın terkedilişi ve kuraklığın başlamasının altında yatan 1 santimetere kalınlığındaki külü bildirmişti. İki kül bileşimi arasında çarpıcı benzer element 
bileşimi aynı volkanik olaydan kaynaklandığını gösteriyor. Eğer öyleyse dikate değer büyüklükte, çoğrafik yaygınlıkta ve sürede iklim değişikliğinin başlamasından kısa bir süre sonra Tell Leilan terk edilir.   Cullen; "oldukca büyük bir bölgede, atmosferik sirkilasyon yapısını değiştiren birşeyler oluyor" diyor. 

Bazı arkeologlar iklim değişikliğinin kuzey Mezopotamya dışında tarihi değiştirdiğini kabul etti. Yale’den arkeolog Frank Hole "bu zaman aralığında çalışan çoğu insan iklime önem vermiyor" diyor. "Daha çok politik ve sosyal olaydır [bu konuda]. … Burada olan birşeyleri bulduğumuza dair kuvvetli dellilerimizin olduğunu düşünüyorum." İklim kültür etkileşimi kabul edilirken hala birkaç arkeolog Weiss’in çok uzak bağlantılara giriştiğini düşünüyor. Lamberg-Karlovsky; kuraklık, Tell Leilan çevresindeki gibi yağışa bağımlı çiftliklerdeki insanları kaçırmış olabilir diyor. Ama Weiss "küresel bir sorun” kuzey Mezopotamya senoryosu yaygınlaşır. Bu tümüyle yanlış. … Arkeologlar kendi arkeolojik sitelerine aşık ve daha büyük bakış açısı için genelleme [yersiz bir şekilde] yaptılar. 

Lamberg-Karlovsky Mezopotamyada bile "kültürün evrensel çöküş karmaşasının herhangi bir 
vasıtasına sahip değilsiniz" diyor. Örneğin İndus Irmağı Uygarlığı doğuda diğer bir 200 yıl boyunca büyürken, M.Ö 2.100’de, kuraklığın ortasında, uzak güney Mezopotamya merkezli yüksek eğitimli III. Ur kültürü zirvedeydi. Weiss karşılık verir; çivi yazısı kayıtlarının gösterdiği, görünürde aşırı göçmen yığınları ve ürün başarısızlığının ağırlığı altında gerçekte 50 yıl sonra III. Ur çöktü. Bu zamanlama bile Weiss’in sonuçlandırmasında "bunun küresel yönü için çok az destek alan" Lamberg-Karlovsky’yi  etkilemek için başarısız. 

Böyle bir destek dünya çervesinden alınmış iklim kayıtlarından gelebilir. Kuzey Amerika buzul sonrası çağ iklimine bakış cezbedici, Denver, U.S. Geological Survey’den Walter Dean, Minnesota’da Elk gölü dibinde yerleşik toz miktarında 3 kez keskin artış buldu. Göl çökeltilerinde yıllık katman sayımına göre, M.Ö 5800, 3800, and 2100’de (artı eksi 200 yıl) tozlar pik yaptı. Yaklaşık 1 yüzyıl devam eden M.Ö 2100’de toz zirvesi esnasında, 1930’larda, ABD’de kötü şöhretli Toz Çanağı döneminden her yıl 3 kat daha fazla toz göle ulaştı. Ama arkeolojik kayıtlar kuraklığın, o zamanki hiçbir büyük nüfuz merkezinde korunmayan erken dönem Amerikalıları nasıl etkilediğini ortaya koymuyor. 

Mezopotamya kuraklık küresel olduğunu başka işareti olarak, Ohio Devlet Üniversitesinden Lonnie G. Thompson ve meslektaşı, yaklaşık M.Ö 2.200’de, Amazon havzasında "büyük bir kuraklık" işareti olarak Peru dağ buzullarında korunmuş toz zirvesi buldu, artı eksi 200’yıl. Geçmiş 17.000 yılın en büyük olayı. Ama tümüyle olumsuz etkileri olduğu görünmüyor. Aslında, okyanustan geçimini sağlayan Peru’nun kıyı nüfuz merkezlerinden, tarımın önemli olduğu yüksek bölgelere kaymasıyla kabaca çakışır. Hızlanan oranda günümüz iklim çalışmaları kayıtları biriktikçe, arkeologlar iklim değişikliğinin ayaklarını nasıl tarihe uzatabildiğine dair daha iyi fikirleri olacak. 

Sümer’in Yıkılışı konusunda birçok Sümerce belge vardır:
The lament for Sumer and Urim  http://etcsl.orinst.ox.ac.uk/section2/tr223.htm

Sümer Göçleri ile ilişkili diğer alıntılar:
Susa’da (bugünkü güney-batı İran’da yerleşen “Şuş” da B.Geray.) eski Elâm’dan kalmış çok eski uygarlığın kalıntıları Anau (Änev) uygarlığı ile o kadar benzerdir ki, insanda uygarlığın başlangıç döneminde, tahminen M.Ö. 4000 yıllarda Susa ile Anau (Änev, Anav) arasında kültürel ilişkiler saklanmış olmasını savunmaya temel sağlıyor. Bunun gibi benzerliklerin ve yakın akrabalığın, hem Anau ile Mezopotamya hem de eski Mısır sanatı ve el işlerinde de bulunması, bu ülkelerin arasında da tarihten önceki dönemlerde ilişkilerin var olmasını hatırlatıyor. “Dünya Uygarlık Tarihi” ni yazan ünlü arkeolog ve tarihçi Will Durant  

Yang-Çao’da 1921 yılında bütün bir köy çıkarıldı ortaya. Kalıntılarında 4000-5000 yıllık bir uygarlığın eşyaları bulunmaktaysa da bu uygarlığın nasıl geliştiği bilinmemektedir. Hindistan’da Mahenjo-Daro’da böyledir. Bir bilinmezlik dönemi ve asızın kültürün ortaya çıkışı… Uygarlık Tarihi. Ivar Lissner.

Arkeolojik araştırmalar, Çin’deki en eski kültür izlerinin batı yönünden bölgeye gelen kavimlere ait olduğuna işaret etmektedir. Şimdiye kadar bulunan en eski yerleşim yeri Şansi’deki Banpo köyüdür.
MÖ 5. binyıl ile 3. binyıl arasında Şansi'de tahıl üretildiğine ilişkin bulgular vardır. Eski çağlardan bu yana Şansi, Hebei ve Henan'ın verimli ovalarına girişte stratejik br konuma sahip olmuştur. Ayrıca Çin ile Moğolistan ve Orta Asya bozkırları arasında bir tampon bölge işlevi görmüştür. http://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eansi
Tarihçiler Şang’ların, ilk Çin devletini ortaya çıkaran hanedan olduğunda müttefikler. Eberhard, Şang kültürüne “Çin kültüründen önceki kültür” denmesinin daha uygun  olacağını söyler.. ..İncelemeler Şang’ların 3000 kadar yazı karakteri kullandıklarını gösterir.
Banpo arkeolojik sitesi Xi'an Wei Nehri'nin, Shaanxi Eyaleti, Çin'in bir Neolitik köyü ve mezarlığıdır. Banpo erken Yangshao kültürüne aittir ve yaklaşık 4800-4000 yılları arasında iskan edildi. Burada yapılan kazılardan çıkan buluntular, en erken MÖ 4000’lere işaret etmektedir. Oysa daha batıda Türkmenistan’da Aral bölgesindeki Anau kültürü Mö 8000 lere kadar geriye gidiyor. İbrahim Okur. Çin. 

Çin’e doğru yayılış ve Çin / Japon uygarlığı;
Donald A. Mackenzie. Çin ve Japon Mitolojisi’nden;
“Uzak Doğu’nun eski zamanlarda dış kültürel etkilerden bağımsız olmadığı görülmektedir. Modern araştırmalar, Çin’in tamamen yalıtılması konusunda ısrar eden düşünce biçiminin artık daha fazla süremeyeceğini ortaya koymaktadır. Laufer’in söylediği gibi: ‘Çin uygarlığı, Çin’in kendine özgü üretimi değil, pek çok değişik toplulukların çok geniş bir yığınının kültürel çalışmalarının bir sonucu… Çinlilerin karmaşık dinsel fikirleri, açıkça, onların kendi nesillerinin doğal ürünü değildi. Bunların birçoğu başka yerlerde bulunan kültürel yapılara çok benzemektedir.. başka yerlerde kazanılmış insan tecrübelerinin birer ürünüdürler ve anavatandan başlayan aşamalı bir aktarma süreciyle.. Laufer’in Jade (yeşimtaşı) adlı eserinde gösterdiği gibi, Çinliler, bu ‘Neolitik’ olarak adlandırılan kültürel devreyi geçirmediler. Shensi’ye ilk yerleştiklerinde , tıpkı Avrupa’ya ilk giren bronz taşıyıcıları gibi, yeşimtaşı aradılar ve buldular. Yeşim taşı arayışında, içlerinde, mutlaka daha önceden kazanılmış psikolojik bir güdü bulunmaktaydı (ya da gereksinim aden.) ve Çin’in yeşim taşı sembolizmi, bu güdünün, daha önceki istiridye kabuğu, inci ve değerli metallere ait sembolizmi yeşim taşına geçirenlerden elde edildiğini ortaya koymaktadır.
Çin ejderhası ‘bileşik bir mucize yaratıktır’. Bir Çin ejderhasına ait büyünün, bir İskoç yılan büyüsüne olan benzerliği… Çin’in pekçok efsane ve tecrübeleri, Çinli yazarlar tarafından ‘Fu-lin’ (Bizans İmparatorluğu) olarak adlandırılan bölgelerden elde ettiği ve ‘Celtic’ bölgesinde, sadece Bizans değil Ege etkileri de ortaya çıkarıldığı bilindiğine göre, İskoçya ve Çin arasındaki bu sihir benzerliği çok uzak bir etkileşim olarak görülmemelidir.
Çin’de olduğu gibi, Japonya’da da tamamen köklerine bağlı bir kültüre rastlamamaktayız, oradaki kültür, birbirinden farklı, dışarıdan elde edilmiş birçok etkiden ortaya çıkarak gelişmiş bir kültürdür. Hem Çin’de hem de Japonya’da bu ithal edilmiş öğeler, zamanın ve bölgeselliğin etkisinde kalmış ve ulusal fikirler ve idealler ile aşılanmış, karıştırılmıştır. Bununla birlikta, gelişme ve değişim süreçleri, gelişimin değişik evrelerinde özgün fikirlerin pek çoğunun ortaya çıktığı kaynakları saklamamaktadır. Mısır İmparatorluğu ve Mezopotamya’da gelişen etkili dinsel mezhepleri, düşünce biçimleri, ticari grupların kurdukları ilişkilerin doğrudan ve dolaylı yollarından iletilmiştir.
…bir zamanlar, bütün yığını mayalayan küçük maya, hareketlenmeye ve çok geniş bir alana yayılan bu kültür küçük bir merkezde ve nispeten küçük bir insan topluluğu etrafında toparlanmaya başladığında Çin oluşma süreci içerisindeydi. Bu insanlar kimdi? , nerelerde yerleşmişlerdi, onları hareketlendirecek ve hırslarını şekillendirecek ne gibi etkiler faal haldeydi .. ne gibi bir sır öğrenmişlerdi?.
...Araştırmalarda, birbirinden oldukça ayrı topluluklar arasında benzer inanç ve adetlerin olduğu bulunmuştu. Gelişmiş ve geri kalmış topluluklar arasındaki doğrudan ve dolaylı kültürel temasların oluşturduğu etkinin o zamanlardan beri mümkün olan en uzak mesafelere kadar ulaştığı konusunda şüphe yoktu. Kara ve deniz üzerindeki ticari yollar aynı zamanda kültürel etkilerin de yayıldığı yollardı.  Son zamanlarda elde edilen kanıtlar, dünyanın hemen hemen hiçbir yerinin, eski çağların büyük uygarlıklarının etkilerinden bağımsız kalmadığını ve bu uygarlıkların , tarihlerinin hiçbir periyodunda  ‘mükemmel bir izolasyon’ durumunda bulunmadıklarını ortaya koymaktadır… Eski Çin’de ‘kültür karışımı’ bulunmaktaydı. …  bir ülkeye bronz işçiliğini getiren insanlar, başka hiçbir şey getirmediler mi? İnançlarını, mitlerini, adetlerini ve tarihlerini geride mi bıraktılar?
Donald Mackenzie Mısır’a öncelik veriyor. Oysa Mısır uygarlığı Sümer uygarlığından yaklaşık 1000 yıl kadar sonradır..(aden)
…Mısır, tarıma dayanan yaşam biçimini getiren insanlardan (4. Dipnot: Babil efsanelerinde uygarlığı İran Körfezinden gelen tanrı Ea getirmiştir denmekte) kalma geleneklere sahip tek ülkedir. Bu geleneği yerleştiren kişi, tanrısallaştırılmış bir rahip-kral (5. Dipnotta: Osiris’e, Libyalı menşeini yakıştıranlar, adının ‘Yaşlı Olan’, ya da ‘Yaşlı Adam’ anlamına geldiğine inanmaktadırlar denmekte) ya da bir kişi ya da bir grup tarafından nasıl mısır yetiştirilebileceğini keşfettiğine inanılan bir tanrı olan Osiris idi.  Plutarchos’un Mısır efsanesinde şöyle denir: “şimdi Mısır  kralı olan Osiris, halkını daha önceki yoksulluğundan ve barbar yaşama biçiminden kurtararak uygarlaştırmaya kendini adamıştır; onlara nasıl ekilip biçileceğini ve yeryüzündeki meyveleri nasıl yetiştirebileceklerini öğretmiştir.”
60 yüzyıldan fazla bir süre önce Mısır’da tarıma dayalı bir yaşam biçiminin hüküm sürdüğü ve Kuzey Afrika ve Güney Asya’da çokça yetiştirilen mısır cinslerinin tohumlarının çok uzaklardaki bölgelere tacirler ve kolonistler tarafından taşındığı yönünde deliller elde etmiş bulunuyoruz.. Bu gerçeğin Çin uygarlığının eski tarihi ile önemli ölçüde ilgisi bulunmaktadır.
.. Osiris için “Mısırlılara, yönetimlerini düzenleyebilecekleri bir dizi kanun verdiği “ söylenir. ..bu yasaların dinsel bir niteliği bulunuyordu. Osiris “Mısırlılara, Tanrılara ödenmesi gereken saygı ve ibadet borcunu öğretti”
…mısırın nasıl yetiştirileceğinin keşfi, insanlardan insanlara ve ülkelerden ülkelere geçtiğinde, bu sayede sadece tohumlar ve tarım aletleri değil, aynı zamandaki çıkış noktasındaki tarımsal yaşam biçimine ait dinsel inaçlar ve törenler de anılan kaynaklara ulaşıyordu. .. sadece doğu Hindistan’da Kuzey Afrika’nın mısırını değil, bu birbirinden oldukça uzak ülkelerde tarımla ilgili Kuzey Afrika dinsel inaçlarını da bulmak bizi şaşırtmamalıdır. Osiris’e ait dinsel düşünce ve mitler geniş alanlara ulaşmış ve değişik ırklar arasında yayılmıştı. Bu nedenle Plutarchos’un Osiris’in misyoner çabaları hakkında vermiş olduğu bilgilerde gerçek bir tarihi öz bulunmaktadır. Okuduğumuza göre “Osiris dünyanın geri kalanına seyahat etmiş ve insanları kendi ilkelerine boyun eğmeye ikna etmeye çalışmıştır.. Yunanlılar, onun Dionysos ya da Bachus ile aynı insan olduğu sonucuna varmışlardır.
Yazar bu ilerleme ve keşiflerin insan aklının eseri / sonucu olduğunu söylemeye çalışıyor/söylüyor da. Ancak sümerlilerin söylediği ve yazdığı gibi “bize bildiğimiz herşeyi tanrılar öğretti”…

Çömlekçi tezgahı, kültürel ilişkiyle ilgili enteresan kanıtlar içermektedir. Bu harika alet, Mısır’da 4. Hanedan zamanından (yaklaşık olarak İ.Ö.3000) bir süre önce icat edilmiştir ve ortaya çıktığı bölgede sadece seramik işçiliğini değil, dinsel düşünceleri de etkilemiştir. (Mısır’ın Sümer’den önce çömlekçi tezgahını kullanması/ keşfetmesi  mümkün değil. Çünkü bu iki uygarlık arasında  1000 seneye yakın bir zaman var. Üstelik bütün teknik ve aletler ilk önce bilindiği gibi hep “Sümer ilkleri”ndendir. (aden)

Tıpkı eski İskoçya’da bronz silahların, aletlerin, müzik enstrümanlarının vs. perilerin armağanları olarak kabul edilmesi gibi, bu alet de tanrıların bir hediyesi olarakgörülmüştür. Görünüşe göre bu icad ilk olarak “bütün el zanaatkarlarının ve bütün metal ve taş işçilerinin üstün tanrısı olan Ptah adlı baş tanrı (Ea/Enki . aden) tarafından korunan Memphis şehrinde ortaya çıkmıştır. Çömlek tezgahının Memphis’te ortaya çıkmasından sonra, çömlekçilik tarihinde yeni bir çağ resmen başlamış oldu. Aynı zamanda kapalı pişirme fırınları kullanılmaya başladı ve çömlekçilik sanatı ve tekniği çok hızlı bir biçimde müthiş yüksek bir mükemmellik derecesine ulaştı.
“çömlek tezgahı başka bir dünyadan geldi. Eski sanayide kullanılan hiçbir aletle benzerliği bulunmuyordu, ancak tıpkı bir hikaye konusu gibi, dış bir bölgeden gelmişti… en eski tezgah yapımı çömlek Mısır’da bulunmuştur. Hiç şüphesiz çömlek tezgahı bu ülkede icat edilmiştir.  (Acaba ?!) Tezgah İ.Ö. 3000 yıllarında eski firavunların tüccarları ile ticari ilişkilerde bulunan Girit’e ihraç edilmiştir. Babil ve İran’da hızla yayılmış ve nihayet Hindistan ve Çin’e ulaşmıştı….çömlek tezgahı da kutsaldı. Mısır’da Ptah mezhebi  tezgahı benimsedi, Hindistan’da yaratıcının bir sembolüydü, Çin’de eski Mısır’da olduğu gibi, Yaratıcı’nın , tezgahında güneş ve ayı, erkek ve kadını döndürüp karıştıran bir çömlekçi olduğu fikri.. egemendi… Kutsal çömlekçi Ptah, (Ea/Enki. aden) bütün diğer önemli Mısır tanrıları gibi diğerleri r arasında “kültür kahramanı” olan Osiris ile kaynaşmıştı. Daha sonra imparator olan Çin “kültür kahramanı”  Shun’un “çiftçiliği, balıkçılığı ve çömlek kavanozlar yapmayı bildiği” söylenmektedir. Nehir kıyısında, kilden kusursuz kaplar yapıyordu. Çin’li kültür kahramanı Shen-Ming (“kutsal çiftçi”) tarımın babası ve bitkileri iyileştirmenin mucidi olarak kabul edilmekteydi.  Ptah-Osiris’in anıları çömlekçi tezgahına bağlanmıştır. Ticari yollar insanoğluna bu muhteşem aleti hediye eden tanrı hakkındaki hikayelerle uğuldamış olmalılar.. bu hikayeler değişik ülkelerde yerleştiler ve tezgahın ihraç edildiği dönemin rengine büründüler. Japonya’da, Ptah efsanesine Budist bir anlam yüklendi. Çömlek tezgahı orada, ünlü Koreli rahip Gyogi’nin (M.S.) 670-749) buluşu olarak tanındı. Hiç şüphe yok ki, Japonya’ya ilk çömlek tezgahı, Ainus’un fatihlerinin geldiği yer olan Kore’den ulaşmıştır.
Çömlek tezgahının Çin’e çok eski zamanlarda ulaşmış olduğuna hiç şüphe yoktur. Çinlilerin çömlek tezgahı Mısır’lılarınki ile aynıdır.
Kesin olarak bütün bildiğimiz, çömlekçi tezgahının ilk kez Mısır’da / (Sümer’de. aden) kullanıldığı ve daha sonra kültürel etkilerin değişik bölgelere doğru aktığı eski uygarlık merkezlerinde benimsendiğidir. Tezgahla birlikte bu bölgelere pek çok dinsel düşünce ve gelenekler de gitmiştir. Bu düşünce ve geleneklere çömlek tezgahının ulaşmadığı bölgelerde raslanmamıştır. Çin’in tarihin ilk zamanlarında, Mısır’lıların çarkıyla temsil edilen kültür tarafından etkilendiği anlaşılmaktadır.
(Bu  “kültür kahramanları” Ea’nın abdal’ları / apkallu ları olmasın ?...aden)
Yazar, Çin ve Japon uygarlıklarının , Hindistan’ın , Uzak Doğu’nun  Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarından çok yoğun bir şekilde etkilendiğini … belirtmektedir. Bizce bu etki Sümer Göçleri’ne bağlıdır ve bu nedenledir. 

Burada Çin'in ilk imparatorlarına değinen bir yazıdan alıntı yapalım; http://sinbad.nu/cinmitoloji.htm


Çin toplumunun düalist inanç sistemi içinde yeralan ve herbiri yer ile gök arasında görev yapan, belirli bilgilerin, mesleklerin öğreticisi sayılan yaratıcı niteliklere sahip dokuz efsane imparatoru vardır. Çin tarihinin ilk imparatorları sayılan bu dokuz efsane yaratığının ilki, yılan gövdeli, ejderha kuyruklu, boğa başlı, kaplan burunlu Fu Xi, Tai Ho (Büyük Parlayan Zeka, İ. Ö. 2900), kehanetler şemasının, fala bakmanın kaşifidir. İnsanlara ağ yardımıyla balık tutmasını ve ahçılığı öğretmiştir. İkincisi, kuş kafalı insan vücutlu Shen NongYan Di (Ateşten İmparator, İ. Ö. 2800), atların çektiği dört tekerlekli yük arabasını ve karasabanı (tarla sürme aygıtını) icad etmiştir. İnsanlara, araziyi temizleyip ürünlerin yetişeceği tarla yapmasını öğretmiştir. Gövdesinde tıbbi bitkiler üretir. Üçüncüsü, Xian YuanHuang Ti (Huang Di, “Sarı İmparator”, İ. Ö. 2700), akıllı yönetici ve büyük savaşçıdır. Tahtadan (ahşap) evleri, botları (gemileri), atlarla çekilen iki tekerlekli savaş arabalarını, yayı- oku ve yazıyı keşfeden ve “barbarları” kovan odur. O’nun yönetiminde altın çağ yaşanmıştır.Taoist düşünceye göre O, insanların doğa ile harmoni/ uyum içinde yaşadıkları bir ülke düşlemiştir. Çin halkının atası/ dedesi olarak saygı görmüştür...

Yukarıda sayılan üç efsane yaratığı Çin tarihinin en büyük ilk üç imparatoru olarak kabuledilmektedirler. Bu satırları yazana göre, sözkonusu ilk üç efsane imparatoru aslında toplumsal gelişmenin, avcılık- balıkçılıktan tarıma ve sonunda politik anlamda savaşların yaşandığı sınıflı topluma, medeniyete geçişin sembolleridirler. Birbirini izleyen bu farklı dönemlerin en üstün “güçleri”dirler... Birincisi balıkçılığı ve yemek pişirmeyi; ikincisi tarımı; üçüncüsü ise politik anlamda yönetimi ve savaşı sembolize ederek sosyal gelişme basamaklarını çocukca bir yalınlıkla göstermektedirler. Aynızamanda yazının kaşifi olan üçüncüsü insanın doğa ile uyumlu yaşayacağı bir ülke düşlemiştir; çünkü, medeniyete özgü sınıflı toplumda insan artık doğa ile uyumunu yitirmeye başladığı gibi birbiri ile de uyumunu yitirmiştir. Kaybedilen “cennet” özlenmektedir.

Yukarıda anılan ilk üçten sonra gelen dördüncü, Jin TianShao Hao (Daha Küçük Parlayan Zeka, İ. Ö. 2600), dokumacılar tanrıçasının ve Venüs’ün oğludur. Bulutsuz gecelerin karanlığında gökte pırıltılarla uzanan samanyolu üzerinde ebeveynleri sal sefası yaparken yaratılmıştır ve yirmibeş tellilute adlı sazın tanıtıcısıdır. (Samanyolu, bulutsuz gecelerde pırıltılarla dolu bir band olarak gökte izlenen yıldız kümesi... Lute adlı çalgının ud benzeri bir saz olduğu söylenmektedir... İ. Ö. 3500 yıllarından beri tanındığı bilinen Venüs gezegeni ise, Mezopotamya mitolojilerinde birbirlerinin yaklaşık aynısı olan InnannaIshtar ve Asterte tarafından sembolize edilmektedir. Yine Venüsgezegeni, eski Grekler de Aphrodite/ Afrodit, Roma’da ise Venus olmaktadır. Ayrıca gezegen olarakVenüs’ün Latin Amerika mitolojilerinde de karşılıkları vardır.)

Beşinci masal imparatoru, Gao YangZhuan Xu (İ. Ö. 2500), üçüncü imparator Huang Di’nin (Sarı İmparator, İ. Ö. 2700) torunu ve aynızamanda dördüncü imparator Shao Hao’nun (Daha Küçük Parlayan Zeka, İ. Ö. 2600) yeğenidir. Zalim bir yönetici olarak gökle yer arasındaki bağı kopartmış ve erkeğin üstünlüğünü yerleştirmiştir... Anlaşıldığı kadarıyla Zhuan Xu, medeniyetin sınıflı bir toplum olarak gerçek anlamıyla olgunlaştığı, kadının tamamen ikinci plana itilip köleleştirildiği, anaerkil toplumların izlerinin silindiği, erkeğin tamamen egemen olduğu, soyun babadan hesaplanmaya başladığı ataerkil/ pederşahi dönemi simgelemektedir. Zhuan Xu, çocukca bir saflıkla ve tamamen gerçekçi olarak, sertlikle, zulümle eşleştirilmektedir.

Altıncı, Gao XinDi Ku (İ. Ö. 2400), anılan sonuncunun, Zhuan Xu’nun kuzenidir. Bestekarları cesaretlendirmiş ve müzisyen You Chui’ye yeni enstrümanlar geliştirmesi için emir vermiştir... Yedinci, YaoTang Di Yao (İ. Ö. 2300), tutumlu/ mütevazi bir yaşam sürmesi ve halkı ile ilgilenmesi nedeniyle Konfüçyus (Confucius, İ. Ö. 551- 479) tarafından övülmüştür. Oğlunun onun yerini almasını engelleyebilecek kadar akıllı bakanlara sahiptir ve tahtının varisi veya halefi/ ardılı olarak damadını göstermiştir...Hükümdarın halka yakınlığı ve mütevazi bir yaşam sürmesi ile ilgili anlatım, uyumlu bir yönetim üzerine düşünenlerin ve bunların başında gelen Konfüçyus gibi filozofların, hükümdarların lüksünden ve halka ilgisizliklerinden rahatsız oldukları gerçeğini yansıtmaktadır. Tahtın oğula değil de damada bırakılması, varislerinin oğullardan seçilmemesi öyküsü, yönetim kademelerine en layık olanların getirilmeleri özlemini yansıtmaktadır.

Sekizinci, ShunYu Di Shun (İ. Ö. 2300), gökten (cennetten, yaratıcı katından) yollanan kuşlar tarafından ürünlere zarar veren yabani otları telef ederek ve yine gökten yollanan hayvanların karasabanını çekmesini sağlayarak yokluğa, kıtlığa, zorluklara karşı halkı korumuştur. Masal imparatoru olarak Konfüçyus tarafından övülen/ ululanan Yu Di Shun, ağırlık ve uzunluk ölçülerini standart hale getirmiş, nehirlerin akışlarına düzen vermiş ve Çin’i oniki bölgeye ayırmıştır... Yu Di Shun’a övgü, aynızamanda ileri tarım tekniklerine ve matematiğin yaşama uyarlanmasına övgüdür... Değişik kültürlerde bir bütün olarak çemberi, sonsuzluğu, makrokozmosu/ evreni ve kutsallığı simgeleyen on iki sayısı ile Çin coğrafyası arasında bağlantı kurulmasının özel bir anlamı olabilir. Bu mitolojik anlatımda on iki bölgeye ayrılmış olan Çin, evren ile özdeşleştirilmiş, makrokozmos sayılmış olabilir.

Dokuzuncu ve sonuncu masal imparatoru YuDa Yu (Büyük Yu, İ. Ö. 2200), Xia Hanedanı’nın kurucusudur. Yedinci masal imparatoru Yao’nun (Tang Di Yao, İ. Ö. 2300) nehirleri denetim altına alması için görevlendirmiş olduğu Gun’ın oğludur. Gun’ın nehirleri denetim altına alma göreviejderhaların yardımlarıyla daha başlangıçta tamamlanmıştır. Bu sonuncu masal imparatoru daKonfüçyus metinlerinde övgü ile anılmaktadır... Dokuzuncu imparator ile ilgili anlatımdan, yedinci masal imparatoru ve ardıllarının sulama sistemlerini ve nehirlerde ulaşımı geliştirdikleri, nehirler aracığığıyla ticaretin ve medeniyetin Çinde yayılarak geliştiği anlamı çıkmaktadır. (Not 1: İngiliz yazarı Tolkien, “Yüzük” üçlüsü, ejderhalar ve Çin ejderhaları üzerine). http://sinbad.nu/cinmitoloji.htm

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Bu  “kültür kahramanları” Ea’nın abdal’ları / apkallu' ları olmasın ?...aden)
İ.Ö üçüncü binyıldan itibaren Sümer kültürünün ve uygarlığının, en azından belli ölçülerde, doğuda Hindistan’a ve batıda Akdeniz’e, güneyde eskiçağ Etiyopya’sına ve kuzeyde Hazar Denizi’ne kadar yayılmış olduğuna inanmak için geçerli nedenler vardır. Hazar Denizi yakınlarında Aratta adlı kentle yakın ilişkiler var. (Sümer yazıtlarında bu ilişkiler detaylı belirtilir. aden). Kramer. Sümerler
Güney Mezopotamya’nın genç kent devleti ya da devletleri beraberlerinde kültürel bagajlarını da götürerek yerleşmek üzere sayısız uzak yere insan yollamaya neden karar verdiler?
… Lagaş’ın Erken Hanedan döneminin sonlarındaki hükümdarları, muhtemelen uzak yerlere giden ticaret yollarına ulaşabilmek amacıyla, “Elam” adını verdikleri bölgeye sefer düzenlemişlerdir. Örneğin bu dönemde Babil’de İndus vadisinde yapılmış karneliyen boncuklar ve Afganistan lapis lazulisi görülür. Mieroop
Mezopotamya’nın kent devletleriyle, İran yaylasının ve ardından Orta Asya’nın ve İndus havzasının birbirinden kopuk topluluklarının ekonomik ve toplumsal ilişkiler ağı içinde birbirine bağlanma hızı, bütün bu bölgelerin ortak bir kültürel geleneği paylaştığını ve karşılıklı olarak anlaşabildikleri bir dille iletişim kurabildiklerini kanıtlar gibidir. Pavel Dolukhanov
Anav yerleşmelerinin bir başka önemli özelliği bakır eşyaların varlığıdır. Maden dökümüne ilişkin bulgular, oldukça yüksek bir metal işçiliğinin olduğunu anlatır. Anav kültürünün en önemli yönü, dış dünyayla, özellikle de güneyle temasların belirgin yoğunluğunda göze çarpar. Bu temaslar, Afganistan ve İran’dan ithal edilen lapislazuli ve kaymaktaşından yapılmış egzotik malların varlığıyla kendidini göstermektedir.
Arkeolojik buluntular Orta Asya’daki tarımcı ve toplayıcı bölgeler arasında yoğun kültürel ve ekonomik temasların olduğunu, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde ortaya koymaktadır.  ..Orta doğu bölgesinde…çiftçi ekonomisi kütlesel biçimde kuzeye ve doğuya doğru yayılmıştır. Bu ekonomik tomurcuklanma, hiç olmazsa kısmen aşırı nufuslu tarımsal çekirdek bölgelerinden ayrılmış gurupların göçüyle biçim kazanmıştır… çeşitli tarım toplulukları arasındaki yoğun ve çoklu bir uzun mesafeli meta ve fikir mübadelesinin var olmasıydı. Bu temaslar obsidyen malların, bakırın, lapislazulinin ve çeşitli saygınlık mallarının (egzotik kabuklar v.s.) dağılımına ilişkin arkeolojik kayıtlarla örneklenmiştir.  Doğrudan ithallerin dışında, özel alet yapma biçimleri, çömlek yapımcılığı gibi, inşa teknikleri gibi teknik bilgilerin de yayıldığını gösteren bulgular vardır. ..Daha önemlisi ideolojik simgelerin yayılmasıdır. ..Daha önce ortaya konulmuş varsayımlarla ilgili olarak, ilk tarım bölgesi içindeki çoklu ekonomik ve kültürel karşılıklı ilişkinin ağırlıklı olarak tek bir iletişim aracı yoluyla yürütüldüğü ileri sürülebilir.

İlk tarım topluluklarının oldukça geliştiği bir başka merkez, Orta Asya’nın güney bölümünde bulunmaktadır. İ.Ö. 4. Ve 3. Bin yıl sırasında bu bölge ‘kent devrimi’nin eşiğine gelmişti. Pavel Dolukhanov

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder