Sayfalar

8 Şubat 2015 Pazar

Sümer Göçleri I

Sümer Göçleri üzerine I
İlk yazılı dile sahip olan ve etkileri zamanımıza kadar gelmiş olan  ileri Sümer kültürü ve uygarlığı çok geniş bir coğrafyada  baskın idi.
Mezopotamya’nın kent devletleriyle, İran yaylasının ve ardından Orta Asya’nın ve İndus havzasının birbirinden kopuk topluluklarının ekonomik ve toplumsal ilişkiler ağı içinde birbirine bağlanma hızı, bütün bu bölgelerin ortak bir kültürel geleneği paylaştığını ve karşılıklı olarak anlaşabildikleri bir dille iletişim kurabildiklerini kanıtlar gibidir. Pavel Dolukhanov
Çeşitli diller arasında böylesine bir benzerlik / etimolojik bir benzerlik ve uyum  görülmesi: Sümer uygarlığının yıkılmasından sonra çeşitli yerlere göçeden Sümer kalıntılarının o bölgelere kendi uygarlık ve kültür birikimlerini götürdükleri ile açıklanabilir. Bu göçler çeşitli yollardan olmuştur. Küçük Asya’dan Batı’ya, Orta ve Uzak Asya’ya, Hazar denizinin kuzeybatısından Avrupa’ya ..
Birçok bağlantının yerli yerine oturması için, M.Ö. 2500-2000 lerden  başlayan Sümer’lerin yıkılışı nedeniyle oluşan  “Sümer Göçleri” iyice araştırılmalıdır.
Bu  göçler ve uygarlığın yayılması; diller arasındaki ilişkiler / bağıntılar / yakınlık ve akrabalıklar açısından araştırılabilir. Etimolojik bölümlerde bu yapılmaya çalışılmıştır.
Sümerler nasıl son buldu, nasıl yıkıldı. Bu yıkılışın ve dolayısıyle göçlerin çeşitli sebepleri ve bu konuda çeşitli tezler var.

Bir teze göre bir sebep iklim değişikliği.
Amerikan Jeofizik Derneği'nin San Fransisco'da düzenlediği toplantıda Matthew Konfist adlı araştırmacı tarafından açıklanan sonuçlara göre; M.Ö. 2200 gibi başlayan bir kuraklık döneminin 300 yıl kadar sürdüğünü belirtiyor. Mezapotamya'daki ırmakların kuruduğu bu dönemde çiftçiler tarlalarından hasat elde edemez oldular. Uzman Konfist, Sümerlilerin kuzeyinde, Fırat Nehri boylarında tarihte ilk bilinen imparatorluğu kuran Akadlar'ın da kuzeyden gelen savaşçı kavimlerin baskısıyla zayıfladığını hatırlatıyor:
"İklim bilimciyim. Binlerce ve milyonlarca yıla yayılan iklim değikliklerini inceliyorum. Diller de ilgi alanıma giriyor. Araştırmalarım sırasında Sümer dili ve Akad İmparatorluğu'nun yok oluşuna yoğunlaştım. Konuyla ilgili daha önce yapılmış araştırmaları kıyasladım.." demekte.
Uzman Matthew Konfist, bölgeyi yüzlerce yıl kasıp kavuran kuraklığa ilişkin çok sayıda bilimsel araştırmanın bulgularını bir araya getirdi. Arkeolojik kazılar, Mezapotamya'yı etkisi altına alan iklim değişikliğinin önce toplumsal huzursuzluklara, ardından Akad İmparatorluğu'nun yıkılmasına yol açtığını ortaya koydu. O dönemde Mezopotamya'nın güneyinde yaşayan Sümerler de şiddetli kuraklıktan etkilendiler. Uzman Matthew Konfist, Sümer dilinin yok olmasını kuraklığın dolaylı sonuçları arasında sayıyor:

"İklim değişikliğiyle bir dilin yok olması arasında doğrudan bağlantı kurulamaz kuşkusuz. Havalar ısınınca insanlar da dillerini unuttu, demek pek doğru değil. Ancak kuraklık insanları  göçe zorladı. Göç ettikleri yerlerin hem iklim koşullarına hem de diğer insan topluluklarına uyum sağlamaya çalıştılar.  Sümerce yazılı dil olarak kuraklığın ardından 2 bin yıl daha varlığını sürdürmeye devam etti. Sümerce, Ortaçağ'da Latince gibi artık bir ölü dildi.” http://www.dw.de/s%C3%BCmerlerin-s%C4%B1rr%C4%B1/a-16458943

Evet göç ettiler ve bunu yaparken de kendi kültürlerini, birikimlerini,  dillerini ve yazılarını da gittikleri yerlere götürdüler ve oralardaki diğer insan topluluklarına öğrettiler, karıştılar, etkilediler. Sümerce ile çok çeşitli ve ayrı coğrafyalardaki diller arasındaki benzerlik / ilişki ve akrabalık bununla açıklanabilir.  Etimolojik Bölüm’de bu konu incelenmeye çalışılmıştır.

Sümer Göçleri üzerine bir başka tez daha var Zecharia Sitchin’in tezi: Zecharia  Sitchin’in Zaman Başlarken. 2006 kitabından kısaltılarak verilmiştir.
Mezopotamya ve Sümer bölgesinde  tanrılar arasında yapılan nükleer savaşlardan sonra Sümer uygarlığının çöküşe girmesi sonucu, bazı tanrılar / ilahlar, insan takipçileri ile birlikte çeşitli yönlere dağıldılar. Doğuya, batıya ve kuzeye doğru. İşte bu göçler  sonucu gittikleri yerlerde insanlığa  yeniden uygarlık tohumlarını ektiler ve yeşerttiler . Bu bölgeler arasında Anadolu’da Hitit, Hind bölgesinde Mahenjo Daro ve Harappa, Orta Asya’da Anau medeniyetleri ve Çin’de ilk Hanedan dönemi sayılabilir.

Hazar Denizi’nin güneybatısı bir zamanlar İştar’ın hakimiyet bölgesi olan (Üçüncü Bölge) idi. (M.Ö.3000’lerde bile burada İndus vadisine bir göç olduğu ve Sümer uygarlığına çok benzer bir uygarlık kurulduğu bilinmekte aden). Yanlarında getirdikleri tanrılara ve kahramanlara dair Veda hikayeleri Sümer ‘mit’lerinin yeniden anlatımıydı. Zaman ve onun ölçülmesi, devreler gibi kavramları Sümer kökenliydi. Sümer ve Aratta (güneydoğu İran aden) arasında yoğun ilişkiler vardı. Sümer’in yıkılışından sonraki göçler , yani Sümer’in o uygarlaştırıcı tesirleri, yakın doğudan uzak doğu dediğimiz topraklara ulaşmak için İndus vadisi üzerinden ulaşmak zorundaydılar.
MÖ. 2000 civarında iki yüzyıl kadar bir süre içinde Çin’de [William Watson’un China (Çin) adlı kitabındaki sözleriyle] “gizem dolu ani bir değişim” meydana gelmişti; öncesinde aşamalı bir gelişme olmaksızın ilkel köylerden oluşan ülke “hükümdarlarının bronz silahlara, atlı arabalara ve yazı bilgisine sahip oldukları duvarlarla çevrili şehirlerden oluşan bir ülkeye dönüşmüştü. Bunun sebebinin batıdan gelen göçmenler olduklarında herkes hemfikirdir; bunlar “Yakın Doğu’dan batıya doğru yayılanlarla kıyaslanabilecek kültürel göçlere dek izi sürülebilecek” olan, yine o Sümer’in “uygarlaştırıcı tesirleriydiler, yani Sümer’in yıkılışından sonraki göçler.
Çoğu bilgine göre MÖ. 1800 civarında Çin’de “gizem dolu bir anilikle” yeni uygarlıklar doğuvermişti.  Yaygın olan görüş yazının Shang Hanedanı tarafından Krallık ile birlikte başlatıldığı şeklindedir; bunun amacı ise kendi başına anlamlıdır: hayvan kemiklerine alametleri kaydetmek. Alametler çoğunlukla bilmecemsi Atalardan rehberlik alma amaçlı sorgulamalarla ilgiliydi.
Yazı tek heceliydi ve yazılışı resmi andıran karakterler içermekteydi (aşina olduğumuz Çince karakterler bundan yola çıkıp bir tür “çivi yazısı”na dönüşmüştür.

Dilbiliminde yapılan ve eski Sovyetler Birliği bilginlerinin öncülük ettiği son çalışmalar, bu Sümerce bağlantısını tüm Orta, Uzak Asya veya “Sino-Tibet” dil ailesini içerecek şekilde genişletilmiştir. (o zaman Türkçe de ! .aden). Bu gibi bağlantılar Sümer’inkileri hatırlatan çeşitli bilimsel ve “mitolojik” unsurların yalnızca bir yönünü oluşturmaktadır. Bilimsel olanları özellikle güçlüdür: Oniki aydan oluşan takvim, günü çifte oniki saate bölerek zamanı hesaplamak, tamamen keyfi olan zodyak usulünün benimsenmesi ve astronomik gözlem yapma geleneği gibi unsurlar tamamen Sümer kökenlidir.
“Mitolojik” bağlantılar ise daha yaygındır. Orta Asya’nın seplerinden tutun da Çin ve Japonya’dan ta Hindistan’a dek tüm dinsel inançlar Gök ve Yer tanrılarından ve de yeryüzünün tam göbeğinde, Sumeru denilen bir yerde bulunan ve sanki ikisi birer piramitmişçesine biri diğeri üstünde ters duran Gök ve Yer’i uzun ve dar bir beli olan bir kum saati gibi birbirine bağlayan bir bağdan söz etmektedirler. Japonların imparatorlarının  Güneş’in bir oğlu olduğuna ilişkin Şintu dinsel inançları, söz konusu bağlantının Dünya’nın etrafında döndüğü yıldızla değil de  “Güneş tanrısı” Utu / Şamaş ile ilgili olduğunu varsaydığımızda makul hale gelmektedir çünkü Sina’da  komuta ettiği uzay limanı yerle bir edilmiş ve Lübnan’daki iniş yeri Mardukçuların eline geçmiş olan Utu / Şamaş takipçileriyle birlikte pekala Asya’nın diğer uzak ucuna gitmiş olabilirdi.

Sümer göçleri ile ilgili olarak; çeşitli teoriler arasında; Sümer’den yola çıkan Karadeniz çevresinden dolaşıp Kafkaslar’ı aşan, diğer bir rota da Anadolu üzerinden geçen, batıya, Avrupa’ya ulaşan iki rota olduğu,  Gürcistan’da yaşayan halkın sıra dışı dilinin Sümerce ile yakınlık göstermesi, sonra Volga Nehri boyunca ilerlerlerken ilk çağlardaki adı Samara olan (günümüzde Kuybiçev) başlıca şehirlerini kurdukları, sonunda Baltık Denizi’ne ulaştıkları, bu duruma göre de sıra dışı Fin dilinin Sümerce dışında başka hiçbir dile benzemeyişi, hatta Estonya diline de böyle bir köken atfedildiği, diğer bir rotoda Sümerli sığınmacıların Tuna Nehri boyunca ilerledikleri, bu durum da kendi eşsiz dillerinin Sümerce dışında başka hiçbir kökeni olamayacağına dair Macarlar arasında var olan derin ve kalıcı inanç ....Sitchin
MÖ. Yirminci yüzyılın başlarındaki Yeni Çağ’da, uluslararası savaşların, nükleer silahların kullanımının, büyük bir birleştirici politik ve kültürel sistemin dağılışının, sınırlara bağlı olmayan bir dinin yerini ulusal tanrıların alışının ardından kadim dünya neler yaşamaktaydı? M.S. yirminci yüzyılı yaşayıp da iki dünya savaşına, nükleer silahların kullanımına, devasa bir politik ve ideolojik sistemin dağılışına, merkezden kontrol edilen ve sınırları olmayan imparatorlukların yerini dinsel yönelimli milliyetçiliğin alışına tanıklık eden bizlerin bunu gözümüzde canlandırmamız mümkün olabilir.
M.S. yirminci yüzyılın belirtileri olan ( 21. Yy. da da aynı. aden) bir yanda savaşlar nedeniyle ülkelerinden kaçıp başka topraklara sığınan milyonlarca mültecinin, öte yanda nüfus haritalarının yeniden düzenlenişinin M.Ö. yirminci yüzyılda birer kopyası vardı.
Mezopotamya metinlerinde “yıkımdan kaçanlar” anlamına gelen munnabtutu terimi ilk kez o sıralarda görülür. Kendi M.S. yirminci yüzyıl ( ve 21. Yy. Da da. Aden) deneyimimiz ışığında bakınca “yerlerinden edilen kişiler” şeklinde daha doğru bir tercüme yapmak mümkün olabilir; birkaç bilginin sözleriyle “kabilesizleştirilen kişiler”, yani yalnızca evlerini, mallarını ve işlerini değil ait oldukları ülkeleri de kaybedip başka halkların topraklarında dinsel sığınma veya kişisel güvenlik arayan “devletsiz sığınmacılar” olan kişiler.
Sümer tükenmiş ve ısız bir hal alınca, halkının geride kalan kısmı [Hans Baumann’ın The Land of Ur (Ur Diyarı)] adlı eserindeki sözleriyle anlatırsak “dört bir yana dağıldı; sümerli doktorlar ve gök bilimciler, mimarlar ve heykeltraşlar, mühür kesiciler ve katipler başka ülkelerde öğretmen oldular.”
Sümer ve uygarlığı bu acı sonu yaşarken böylece onlar da pek çok Sümer “ilk” ine bir yenisini eklediler: İlk Büyük Sürgün.
Göç yollarının onları, daha önceki ilk gurupların, daha o zamanlarda bile ”Ur’dan uzaktaki Ur” olarak bilinen yere, Mezopotamya’nın Anadolu ile birleştiği Harran gibi yerlere götürdüğü kesindir. Onların bu dolaşma sırasında tıka basa yüklü kervanları ve gemileriyle karada ve denizde yakın ve uzak yerlere yol açan ünlü Ur tacirlerinin izinden de gitmiş olduklarına hiç şüphe yok. Aslında Sümer’in “yerinden edilmişleri” nin nereye gittiklerini yabancı ülkelerde birbiri ardınca gelişen yabancı kültürlere bakarak görmek mümkündür: Yazısı çivi yazısı olan, dillerinde (özellikle de bilim dallarında) sayısız Sümerce “ödünç kelime” bulunan, tanrıları yerel isimlerle anılsalar da  panteonları sümer panteonu, “mitleri”,  Sümer miti kahramanlık hikayeleri Sümer kahramanlarının hikayeleri olan kültürlerdir bunlar.
Sümer’in gezginleri ne kadar uzaklara gitmişlerdi acaba?.
Sümer’in yıkılışından sonraki iki veya üçyüzyıl içinde kurulan yeni ulus devletlerin bulunduğu yerlere kesinlikle gitmiş olduklarını söyleyebiliriz. Marduk ve Nabu’nun takipçileri olan Amurrular (“batılılar”) Mezopotamya’ya akarak doluşup Marduk’un Babil’inin İlk Handanını oluşturan hükümdarları aralarından çıkartmaktayken diğer kabileler ve müstakbel uluslar Yakın Doğu, Asya ve Avrupa’yı sonsuza dek değiştirecek olan muazzam göç hareketlerine girişmişlerdi. Babil’in kuzeyinde Asur’un, kuzeydoğuda Hitit krallığının, batıda Hurrilerin Mitanni’sinin, Kafkaslardan başlayıp Babil’in kuzeydoğusu ve doğusuna yayılan Hint-Ari krallıklarının, güneydeki “çöl halkının” ve güneydoğudaki “deniz halkının” krallıklarının ortaya çıkışına yol açtılar.  Asur, Hatti ülkesi, Elam, Babil’in son kayıtlarından ve bunların başka ülkelerle yaptıkları (içinde herbirinin ulusal tanrılarının adlarının anıldığı) anlaşmalardan biliyoruz ki Sümer’in büyük tanrıları, Marduk’un onlara Babil’e gelip kutsal mahallenin sınırları içinde yaşamaları yolundaki davetine itibar etmeyip, yeni ve eski-yeni ulusların ulusal tanrıları haline gelmişlerdi.
Sümerli sığınmacılar işte böylelikle Mezopotamya’yı çevreleyen tüm ülkelerde himaye gördüler ve aynı zamanda onlara ev sahipliği yapan ülkelerin modern ve gelişen devletlere dönüşmesinde katalizör hizmeti gördüler. (Yahudi göçlerinde olduğu gibi. aden.)
Ama bazıları daha da uzak ülkelere dek gitmiş, oralara ya kendi başlarına ya da büyük olasılıkla bizzat yerinden edilmiş tanrılarının eşliğinde göç etmiş olmalıydılar. Doğuda Asya’nın sınırsız toprakları uzanmaktaydı. Arilerin (veya bazılarının tercih ettiği deyişle Hint-Arilerin) göç dalgası çok tartışılmıştır. Kökeni Hazar Denizi’nin güneybatısında bir yerlerde olan bu halk bir zamanlar İştar’ın Üçüncü Bölge’si olan yere, orayı tekrar meskun hale getirip canlandırmak üzere İndüs Vadisi’ne göç etmişlerdi.

Bunların her ikisi de Sümer yazısının belirleyici özelliğiydi. Çin ve Sümer yazıtları arasındaki benzerliklere ilişkin on dokuzuncu yüzyılda yapılan gözlemler, C.J.Ball’ın Oxford Üniversitesi himayesinde 1913’te yayınlanan Chinese and Sumerian (Çince ve Sümerce) adlı incelemesinin ana temasıydı. İnceleme Sümerce resim yazısı ile Çin yazısının eski biçimleri (Ku Wen) arasındaki benzerlikleri kesin bir şekilde kanıtlamıştır. Ball’ın araştırması söz konusu resim yazılarının yalnızca aynı görünmekle kalmayıp (pek çok somut örnekte) aynı biçimde telaffuz edildiklerini de göstermiştir; bunlar arasında “gök” ve “tanrı” için An, “efendi” veya “şef” için En, “Arz” veya “ülke” için Ki, “ay” için İtu, “parlak/ışıldayan” (gezegen veya yıldız) için Mul gibi anahtar kelimeler de bulunmaktadır. Dahası, Sümerce bir kelimenin birden fazla anlam içerdiği durumlarda buna koşut olan Çince resim yazısı da benzer anlamlar gurubuna sahipti..
Dilbilimsel ve diğer kanıtların işaret ettiği gibi Sümer’den yola çıkan munnabtutu (göçmenler) biri Karadeniz çevresinden dolaşıp Kafkaslar’I aşan ve diğeri de Anadolu üzerinden geçen iki rotayı kullanarak ayrıca batıya, Avrupa’ya doğru gitmiş de olabilirlerdi. Birinci rotayla ilgili teoriler Sümerli sığınmacıların günümüzde Gürcistan olan bölgeden geçip- bu durum burada yaşayan halkın sıra dışı dilinin Sümerce ile yakınlık göstermesini açıklayabilir- sonra Volga nehri boyunca ilerlerlerken ilk çağlardaki adı Samara olan (Kubiçev) başlıca şehrini kurduklarına ve –bazı bilginlere göre- sonunda Baltık denizi’ne ulaştıklarına ilişkindir. Bu durum sıra dışı Fin dilinin Sümerce dışında başka hiçbir dile benzemeyişini açıklayabilirdi. (Bazıları Estonya diline de böyle bir köken atfetmektedir.)
Bazı arkeolojik kanıtların dilbilimsel kanıtları destekliyor olduğu diğer bir rota ise Sümerli sığınmacıların Tuna nehri boyunca ilerlediklerini öne sürmektedir; bu durum kendi eşsiz dillerinin Sümerce dışında başka hiçbir kökeni olamayacağına dair Macarlar arasında varolan derin ve kalıcı inancı desteklemektedir.
Sümerler gerçekten de bu yolla mı gelmişlerdi ? Cevabı Tuna nehrinin Karadeniz ile birleştiği noktada bulunan ve bir zamanlar Kelt-Roma eyaleti olan Dacia’da ilk çağlardan kalan muamma dolu eski eserlerden birinde bulunabilir. Orada, Sarmizegetusa denilen bir bölgede, araştırmacıların “takvim tapınakları” dedikleri ve pekala “Karadeniz kıyısındaki stonehenge” olarak tanımlanabilecek olan yapıyı da içeren bir dizi yapı yer almaktadır.
Hadrian Daicoviciu tarafından yapılan II Templo-Calendario Dacico di Sarmizegetusa (Dacia’daki Sarmizegetusa’ nın Takvim Tapınağı) gibi çalışmalar bu yapının , dönemsel olarak bir onüçüncü ayın eklenmesiyle güneş ve ay yılları arasında doğru biçimde artık yıl hesabı yapmak da dahil bir dizi çeşitli hesaplamayı ve tahmini mümkün kılacak bır ay-güneş takvimi olarak iş gördüğünü önermektedir. Bu ve Sümer altmışlık sisteminin temel rakamı olan altmış sayısının yaygınlığı sebebiyle araştırmacılar kadim Mezopotamya ile ilgili güçlü bağlar kurmaya yöneltmiştir. Bu benzerlikler, diye yazar H.Daicoviciu, “ ne bir tesadüf ne de bir kaza olabilirdi.” Söz konusu bölgenin tarihinin ve tarih öncesinin arkeolojik ve etnografik incelemeleri genelde M.Ö. ikinci bin yıl başlarında, “üstün bir toplumsal örgütlenmeye sahip göçebe çobanlar” dan (Romanya hakkında resmi bir rehberden alınan sözler) oluşan bir Bronz Çağ uygarlığının o zamana dek “toprağı elleriyle işleyen bir nüfus” un yaşadığı bu bölgeye geldiğine işaret etmektedir. “Sitchin.

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisinde yayınlanan Sümerce ile Macarca ilişkileri hakkında bir araştırmada;
https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=4820140241134804265#editor/target=post;postID=5942387652171936632;onPublishedMenu=allposts;onClosedMenu=allposts;postNum=1;src=postname
“Bir sözcüğün tarihçesini açıklamak için onun kullanım alanının belirlenmesi de gerekmektedir.” Sümer kültürünün etkisi doğal olarak daha sonra ortaya çıkan bir çok başka kültürleri yoğun bir biçimde
etkilemiştir. Mezopotamya'daki sürekli hareketler, göçler döneminde, yani o bölgede Sümer egemenliğinin Milattan Önce iki bin yıllarında çöküşe geçtiği ve Pers İmparatorluğu'nun da Milattan Önce VII. yüzyıldaki tam gelişme dönemine kadar süren bir dönem olduğu görüşü bu konuya bir hipotez olarak bir açıklık getirebilir belki de. Birkaç kavim birliği Sümer Dili ile geleneklerini korumak suretiyle kademeli olarak kuzeye doğru göçe başlamış ve bunlar daha sonra da batıya doğru göç etmişlerdir. Bu olay, tam olarak neredeyse iki bin yıl kadar sürmüştür. Göç eden bu kavimler muhtemelen pek çok kere dağılmışlar, sonra da orada burada değişik karışımlar biçiminde yeniden bir araya gelmişlerdir. Gezgin birer göçebe kavmi olan bu kavimler daha sonraki dönemlerde Kafkasları geçmişler, Avrasya steplerine ulaşmışlar ve orada, ileri seviyedeki kültürleri sayesinde daha büyük bir topluluk haline gelmişlerdir. Ve bu topluluk steplerde yaşayan çeşitli kavimlerden oluşmuştur. Bu kavim birliği kendi içinde pek fazla sıkı bağlarla bağlı olmadığı için ilk başta kavimlerin bir kısmı batıya doğru çekilmişler, bir ulus haline gelmişler ve sonunda da Macaristan diye bildiğimiz ülkenin bulunduğu topraklara yerleşmişlerdir. Onları oraya götüren kavmin adı tarihin günümüze kadar koruduğu 'magyar' dır."
 Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi
42,1-2 (2002) 79-97Sümerce-Macarca Sorunu. Lâszlö Papp.çeviren: Naciye Güngörmüş


Evet göç ettiler ve bunu yaparken de kendi kültürlerini, birikimlerini,  dillerini ve yazılarını da gittikleri yerlere götürdüler ve oralardaki diğer insan topluluklarına öğrettiler, karıştılar, etkilediler. Sümerce ile çok çeşitli ve ayrı coğrafyalardaki diller arasındaki benzerlik / ilişki ve akrabalık bununla açıklanabilir.  Etimolojik Bölümlerde bu konu incelenmeye çalışılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder