VA/243. Berlin Müzesi Yakın Doğu bölümü. MÖ 3000. Merkezde Güneş’in, çevresinde ise bugün bildiğimiz tüm gezegenlerin olduğu tam bir Güneş Sistemi'ni gösteren tablet, gökcisimlerinin bilinen betimleme tarzından farklıdır. Bunları teker teker değil de büyük, ışınlar saçan bir yıldızı çembere alan bir grup olarak göstermektedir. Bu, Sümerlilere göre Güneş sistemini gösteren bir betimlemedir: 12 gök cismini içeren bir sistem.
Modern gökbilimciliğin tüm temel unsurları Sümer
kökenlidir. Gökküre, ufuk ve başucu, dairenin 360 dereceye bölünmesi, üstünde
gezegenlerin güneş çevresinde döndükleri göksel bant, yıldızları takımyıldızlar
halinde guruplandırma ve onlara zodyak dediğimiz adları ve resimli imgeleri
atfetme, bu zodyağa ve zaman bölümlerine 12 sayısını uygulama ve bugüne dek tüm
takvimlerin temeli olan bir takvim tasarlama kavramları. Tüm bunlar ve daha
fazlası Sümer’de başladı. Mezopotamya
astronomisinin sahası çok geniştir, zira sadece arkeologların buldukları bile
metinlerden, yazıtlardan, mühür baskılarından, rölyeflerden, çizimlerden, gök
cisimleri listelerinden, takvimlerden, Güneş’in ve gezegenlerin doğma ve batma
zamanlarını gösteren tablolardan, tutulma tahminlerinden oluşan bir dağ
gibidir. Ancak daha sonraki tarihli metinler astronomikten ziyade
astrolojiktir. Göklerin ve gök
cisimlerinin hareketleri kudretli kralların, tapınak rahiplerinin asli
meşgalesi haline gelmiş gibi görünmektedir. Ancak astroloji bile kapsamlı ve
doğru bir astronomik bilgi gerektirmekteydi. Böyle bir bilgiye sahip olan
Mezopotamyalılar “sabit” yıldızları “gezinen” gezegenlerden ayırt edebiliyor ve
Güneş ve Ay’ın ne sabit yıldız ne de sıradan gezegenler olduklarını
biliyorlardı. Kuyruklu yıldızlara, meteorlara ve diğer göksel fenomenlere
aşinaydılar; Güneş, Ay ve Dünya’nın hareketleri arasındaki ilişkileri
hesaplayabiliyor ve tutulmaları tahmin edebiliyorlardı. Gök cisimlerinin
hareketlerini izliyor ve bunları Dünya’nın yörüngesi ve Güneş merkezli sistem
yoluyla kendi çevresinde dönüşü ile ilişkilendiriyorlardı; Dünya semalarındaki
yıldızların ve gezegenlerin doğuşunu ve batışını Güneş’e göre ölçen bu sistem
günümüzde hala kullanılmaktadır.
Solda; Uruk'lu rahip-astronom Anu Belşunu tarafından kopyalanan, Jupiter, Aslan ve Su Yılanı astronomik özelliklerinin kaydedildiği MÖ 200'e tarihlenen astronomi tableti. Berlin Müzesi VAT 7847.
Göklerdeki gök
cisimlerinin Dünya’ya ve birbirine göre hareketlerinin ve konumlarının izini
sürebilmek için, Babilliler ve Asurlular doğru göksel takvimler tutuyordu.
Bunlar, gök cisimlerinin gelecekteki konumlarını sıralayan ve tahmin eden
tablolardı. Profesör George Sarton [Chaldean Astronomy of the Last Three
Centuries B.C. (Milatta Önceki Son Üç yüz Yıldaki Kalde Astronomisi)] bunların iki metodla hesaplandıklarını bulmuştur. Daha
yeni olanı Babil’de kullanılmıştır, eskisi ise Uruk’ta. Hiç tahmin edilemeyen
bulgularına göre, daha eski olan Uruk metodu, daha sonraki sistemden daha
gelişmiş ve doğru idi. Bu şaşırtıcı durumu, şu sonuca vararak açıklamıştır:
Kalde’nin gökbilimci rahipleri Sümer’in yazılı formüllerini ve geleneklerini
izlemişken, Grek ve Romalıların hatalı astronomik fikirleri dünyayı geometrik
terimlerle izah eden bir felsefeye kaymasından kaynaklanmıştı.
Mezopotamya uygarlığının gün ışığına çıkarılması ile,
diğer birçok alanda olduğu gibi, astronomi alanında da bilgimizin köklerinin
Mezopotamya’nın derinliklerine gömülü olduğuna artık şüphe kalmamıştır. Bu
alanda da Sümer mirasından yararlanıyor ve bu mirası devam ettiriyoruz. Sarton’un çıkarımları; son derece kesin olan takvimlerin
onları hazırlayan Babilli gökbilimcilerin gözlemlerine dayanmadığını bulmaktan
dolayı şaşkınlığa uğrayan Profesör O. Neugabauer’in çok kapsamlı çalışmalarıyla
da güçlenmiştir. Aksine, bu tablolar,kullanan gökbilimciler tarafından
“müdahale edilemeyen, belirlenmiş bazı
sabit aritmetik şemalardan” hesaplanmaktaydılar.
“Aritmetik şemalara” böylesine otomatik bir bağlılık,
bazı “katı matematiksel teorilere” göre “takvimleri adım adım hesaplama
kurallarını veren” ve bu takvimlere eşlik eden “işlem metinleri” yardımıyla
sağlanıyordu. Neugabauer, Babilli gökbilimcilerin takvimlerin ve
matematiksel hesaplamaların dayandığı teorilerden bihaber oldukları sonucuna
varır. Ayrıca, bu kesin tabloların “deneysel ve teorik temelinin”, büyük ölçüde
modern bilginlerin de gözünden kaçtığını kabul eder. Yine de kadim astronomik
teorilerin “mevcut olması gerektiğini, çünkü çok detaylı bir plan olmaksızın
yüksek karmaşıklıktaki hesaplama şemalarının tasarlanmasının mümkün
olamayacağı”na kanidir.
Profesör Alfred Jeremias [Handbuch der AltorientalischeGeistkultur (Doğudaki Ruhbilimin Elkitabı)], Mezopotamya astronomlarının
retrograd, yani sabit yıldızlara göre doğudan batıya doğru gider gibi görünme
fenomenine aşina oldukları sonucuna varmıştır; bu, gezegenlerin Dünya’dan
görülen bariz ve düzensiz yılankavi yol alışıdır ve sebebi de Dünya’nın, güneş
çevresindeki yörüngesini diğer gezegenlerden daha hızlı veya yavaş
tamamlamasıdır. Böyle bir bilginin önemi, sadece retrograd fenomeninin Güneş
çevresindeki yörüngelerle ilişkili bir fenomen olmasında değil, aynı zamanda bu
fenomeni kavrayabilmek için çok uzun gözlem dönemlerinin gerekmesinde
yatmaktadır.
Bu karmaşık teoriler nasıl geliştirilmişti; bu teorilerin
geliştirilmesi için şart olan gözlemleri yapanlar kimlerdi? Neugabauer “işlem
metinlerinde, anlamları kısmen bilinse de okunuşları hiç bilinmeyen çok sayıda teknik terimle
karşılaşırız” diye belirtir. Babillilerden çok öncelerde birileri, Babil, Asur,
Mısır, Grek ve Roma gibi daha sonra gelen kültürlerindekinden çok daha üstün
olan astronomi ve matematik bilgisine sahipti.
Babilliler ve Asurlular astronomi ile ilgili
gayretlerinin büyük bölümünü doğru bir takvim tutmaya adadılar. Bugün
kullanılan Yahudi takvimi gibi bu da bir güneş-ay takvimi idi; 365 gününü biraz
aşan güneş yılını, 30 günün biraz altındaki kameri ay arasında uygunluk
sağlıyordu. Takvim iş yaşamı ve diğer
dünyevi işler için önemliydi; ama doğruluğu aslında Yeni Yıl’ın kesin günü ve
anını, diğer bayramları ve tanrılara ibadeti belirlemek için gerekliydi.
Mezopotamyalı gökbilimci rahipler, Güneş, Dünya, Ay ve
gezegenlerin çetrefilli hareketlerini ölçmek ve birbirine uyumlandırmak için
karmaşık bir küresel astronomiye güvenmekteydi. Dünya bir ekvatoru ve kutupları
olan bir küre olarak ele alınmaktaydı; gökler de hayali ekvator ve kutup
çizgileriyle ayrılmıştı. Gök cisimlerinin geçişi ekliptik (tutulum), yani
dünya’nın göksel küre üstünde Güneş etrafındaki yörüngesinin düzleminin
izdüşümü; ekinokslar (Güneş’in yıl içinde tutulum üstünde yaptığı kuzey ve
güney hareketi sırasında gök ekvatorunu kestiği gün-tün eşitliği noktaları) ve
gündönümleri (Güneş’in yıl içinde tutulum boyunca yaptığı hareket sırasında
kuzey ve güneyde en çok yükselimde olduğu zamanlar) ile ilişkilendiriliyordu.
Tüm bu astronomik kavramlar bugün de kullanılmaktadır. Ama Babilliler ve Asurlular takvimi veya hesaplanması
için dahiyane metotları icat etmediler. Onların takvimi ve bizimki de Sümer
kaynaklıdır. Bilginler orada, çok eski zamanlardan beri kullanılan, sonraki
bütün takvimlerin temeli olan bir takvim buldular. Asli takvim ve model,
Nippur’un, yani Enlil’in merkezinin takvimi idi. Günümüzdeki de bu Nippur
takvimine göre şekillenmiştir. Sümerliler Yeni Yıl’ın, güneş’in bahar noktasını
geçtiği tam o anda başladığını düşünmekteydiler.
ProfesörStephen Langdon [Tablets from the Archive Drehem (Drehem ArşivlerindenTabletler)], MÖ. 2400’lerde bir Ur hükümdarı olan Dungi tarafından
bırakılan kanıtların, Nippur takviminin, Güneş’e karşı konumunun Yeni Yıl’ın
gelişinin kesin anını belirlemeyi mümkün kılan bir gök cismini seçtiğini
gösterdiğini bulmuştur. Bunun, “belki de Dungi devrinden 2000 yıl önce”
yapılmış olduğu sonucuna varır, yani M. 4400’lerde !
Sümerliler, gerçekten de ellerinde araç ve gereç olmasa
da küresel bir astronomi ve geometrinin gerektirdiği gelişmiş astronomik ve
matematik “know-how”a sahip miydiler? Dillerinin gösterdiğine göre, gerçekten
de sahiptiler.
Göklerin
kavisi ve yayından söz ederken, DUB terimini- (astronomide) “dünyanın 360
derecelik çevresi” anlamına gelmektedir- kullanmaktaydılar. Astronomik ve
matematik hesaplamaları için AN.UR çizdiler; bu da gök cisimlerini doğuş ve
batışlarını ona oranlayarak ölçebilecekleri hayali bir “gök ufku”ydu. Bu ufka
dikey olarak bir dik çizgi uzattılar: NU.BU.SAR.DA; bunun yardımıyla referans
noktasını elde ettiler ve buna AN.PA
dediler. Boylam dediğimiz çizgileri çizdiler ve onları “derecelenmiş
boyunduruk”; enlemleri ise “göklerin orta çizgileri” diye adlandırdılar.
Örneğin, yaz gündönümünü işaret eden enleme AN.BİL “göklerin ateşli noktası”
dediler. Akad, Hurri, Hitit ve kadim Yakın Doğu’nun diğer edebi
şaheserleri, Sümerce orjinallerinin çevirileri veya versiyonları olduklarından,
gök cisimleri ve fenomenleri ile ilgili Sümerceden alınmış ödünç sözcüklerler
doluydular. Yıldız listeleri çıkaran veya gezegen hareketlerinin
hesaplamalarını yazan Babilli ve Asurlu bilginler sık sık kopyaladıkları veya
çevirdikleri Sümer orjinallerinden söz etmişlerdir. Asurbanipal’in Ninova’daki
kütüphanesinde de olduğu söylenen astronomi ve astrolojiye hasredilmiş 25000
tablet sümer kökeninin tanınmasıyla ilgili notlar içermektedir. Babillilerin
“Rabbin Günü” dedikleri büyük bir astronomi dizisi, katiplerince açıklandığına
göre, Akadlı Sargon’un zamanında, yani MÖ. üçüncü bin yılda yazılmış olan bir Sümerce tabletten kopya edilmiştir. Ur’un üçüncü hanedanına, yine MÖ. üçüncü
bin yıla dayandırılan bir tablet bir dizi gök cismini öylesine net biçimde
sıralamakta ve tarif etmektedir ki, bünümüz bilginleri bunun, aralarında kuzey
semalarında Büyük Ayı, Ejderha, Çalgı, Kuğu ve Üçgen ve güney semalarında Avcı,
Büyük Köpek, Su yılanı, Kargo ve Erboğa bulunan takım yıldızların
sınıflandırılmasıyla ilgili bir metin olduğunu anlamakta hiç zorluk
çekmemişlerdir.
Kadim
Mezopotamya’da göksel bilgini sırları, gökbilimci rahipler tarafından
korunmakta, incelenmekte ve yayınlanmaktaydı. Bu kayıp “Kalde” bilimini bize
geri verdiği söylenen üç bilginin Cizvit papazları olması, belki de çok uygundu:
Joseph Epping, Johann Strassman ve Franz X. Kugler. Bir başyapıtında[Sternkunde und Sterndienst in Babel (Babil’de Yıldız Bilimi ve Yıldızhizmetleri)] muazzam sayıda metin ve
listeyi analiz ve deşifre etmiş, düzenlemiş ve açıklamıştır. Bir yerde,
matematiksel olarak “gökleri geri döndürerek”, MÖ. 1800’lerde Babil
göklerindeki otuz üç gök cismine ait listenin, bugünkü gruplamalara göre
dikkatle düzenlenmiş olduğunu göstermiştir !
Hangilerinin gerçek grup, hangilerinin sadece alt grup
olduğuna karar vermek için yapılan birçok çalışmadan sonra, dünyanın astronomi
topluluğu (1925’te) Dünya’dan görünen gökleri kuzey, merkezi, güney olarak üç
bölüme ayırma ve buralardaki yıldızları seksen sekiz takım yıldız biçiminde
gruplama konusunda anlaştı. Sonrada anlaşıldı ki, bu düzenleme hiç de yeni
değildi zira gökleri üç banda veya “yola” bölen ve bunlara çeşitli takım
yıldızlar tayin edenler ilk olarak Sümerlilerdi; kuzey “yolu” Enlil’in adını
almıştı, güney ise Ea’nın, merkezi bant ise “Anu yolu” idi. Günümüzün merkezi
bandı, yani burç kuşağını oluşturan on iki takım yıldızın bandı, Sümerlilerin yıldızları
on iki ev olarak grupladıkları Anu Yolu’na tam olarak denktir.
Günümüzde olduğu gibi antik çağlarda da fenomenler burç
kuşağı kavramıyla ilişkilendirilmekteydi. Güneş’in çevresinde Dünya’nın çizdiği
büyük daire, her biri otuz derece olan on iki eşit parçaya bölünmüştü. Bu
parçalardan her birinde görülen yıldızlar veya “evler”; her biri yıldızların
veya grubun oluşturur gibi göründüğü biçimlere göre adlandırılan bir takım
yıldız halinde gruplandırılmıştı. Takım yıldızlar ve alt bölümleri ve hatta takım
yıldızlar içindeki tekil yıldızlar bile Batı uygarlığına ağırlıklı olarak Grek
mitolojisinden ödünç alınan isim ve tariflerle ulaştığından, Batı dünyası bu başarıyı
iki bin yıl boyunca Yunanlılara atfetmiştir. Ama erken dönem Grek
gökbilimcilerin Sümerlilerden elde ettikleri hazır bir astronomiyi sadece kendi
dil ve mitolojilerine uyarladıkları artık anlaşılmıştır. Burç kuşağı dediğimiz “Zodyak” kelimesi, Yunanca zodiakos
kyklos’dan (hayvan dairesi) gelmektedir çünkü yıldız gruplarının yerleşimi bir
aslana, balıklara vb. benzetilmiştir. Ama bu hayali şekiller ve isimler aslında
on iki Zodyak takım yıldızını UL.HE (parlak sürü) diye adlandıran Sümerlilerce
türetilmiştir.
1. GU.AN.NA (göksel boğa) –Boğa
2. MAŞ.TAB.BA (ikizler) – İkizler
3. DUB (cımbız,kıskaç)- Yengeç
4. UR.GULA (aslan) –Aslan
5. AB.SİN (Babası Sin idi)- Bakire, Başak (Sin’in iki kızı
var. İnanna ve Ereşkigal)
6. Zİ.BA.AN.NA (göksel kader) –Terazi
7. GİR.TAB (deşen ve kesen)- Akrep
8. PA.BİL (savunmacı,Okçu)- Yay
9. SUHU.MAŞ (keçi balığı)- Oğlak
10. GU (suların tanrısı, su taşıyıcısı)- Kova
11. SİM.MAH (balıklar)- Balık
12.Ku.Mal (tarlada yaşayan)- Koç
Burç kuşağının resimsel betimlemeleri veya işaretleri,
adları gibi, Sümer’de ortaya çıktıklarından beri hiç değişmeden kalmıştır.
A. Anu Yolu; Güneş, gezegenler ve Zodyaktaki takımyıldızların göksel bandı
B. Enlil Yolu; kuzey seması
C. Ea Yolu, güney seması
Teleskobun kullanılmasına kadar Avrupalı gök bilimciler
sadece kuzey semalarındaki on dokuz takım yıldızı tanıyan Ptolemik görüşü kabul
ediyordu. 1925’te şu an geçerli olan sınıflandırma üstünde fikir birliğine
varılana dek, Sümerlilerin Enlil yolu dedikleri bölgede yirmi sekiz takım
yıldız tanınmıştı. Eski Sümerlilerin, Ptolemi’nin tersine, kuzey semalarındaki
bütün takım yıldızları tanımış, tanımlamış, gruplandırmış, adlandırmış ve
sıralamış olduklarını öğrendiğimizde artık şaşmamak gerek.
1900’de
T.G.Pinches, Kraliyet Asya Bilimleri Derneğine tam bir Mezopotamya usturlabını
tekrar bir araya getirmeyi ve yeniden kurmayı başardığını bildirdi. Pinches
bunun bir pasta gibi on iki dilimle ve merkezi bir olan üç daireyle, sonuçta
otuz altı kısma ayrılmış yuvarlak bir disk olduğunu gösterdi. Desenin tamamı,
her birinde bir ayadı yazılı olan on iki “yapraklı” bir rozet görüntüsüne
sahipti. Pinches bunları Mezopotamya takviminin ilk adı olan nisannu ile
başlayarak I ile XII arasında numaralandırdı.Ayrıca, otuz altı kısmın her biri de bir ad ve altında,
bunun bir gök cisminin adı olduğunu belirten küçük bir daire içermekteydi. Bu
adlar birçok metin ve “yıldız listesi”nde bulunmuştur ve bunlar şüphesiz takım
yıldızların, yıldızların veya gezegenlerin adlarıdır. Otuz altı kısmın her birindeki gök cisminin adının
altında ayrıca bir sayı yazılıydı. En içteki halkada, sayılar 30’dan 60’a
kadardı, ortadaki halkada 60’tan 120’ye kadar olup, en dış halkada ise 120’den
240’a kadardı. Bu sayılar neyi temsil ediyordu?
Pincehs’in
sunumundan yaklaşık elli yıl sonra yazan gökbilimci ve Asurolog O. Neugebauer[A History of Ancient Astronomy: Problems and Methods (Kadim Astronomi Tarihi:Problemler ve Metodlar)] ancak şunu söyleyebilmişti: “Tüm metin, her
birinde bir takım yıldızın adını ve öneminin ne olduğu henüz belli olmayan
basit sayılar bulduğumuz otuz alt alanlı bir tür şematik gök haritası
oluşturmaktadır.” Konunun önde gelen uzmanlarından B.L.Van der Waerden[Babylonian Astronomy: The Thirty-Six Stars (Babil Astronomisi: Otuz altıYıldız)] bu sayıların belli bir ritmle
azalıp çoğalması üstünde düşünmüş ve ancak “sayıların, gün ışığının süresi ile
bir ilgisi var” diye önerebilmişti.
Bu
muammalı sayılar, başlangıç noktası Kuzey Kutbu olacak biçimde gök kavsinin
derecelerini temsil eder, bu usturlab, bir düzlemküre, yani bir kürenin bir düz
yüzeydeki temsilidir. Bulunan
Sümer tabletleri arasında yıldızlar ve takımyıldızların doğru göksel
konumlarını gösteren listeler, yıldızlar ve gezegenlerin doğuş ve batışlarını
gözlemlemek için kitapçıklar vardı; hatta bir metin gezegenler arasındaki
uzaklıkları bile vermekteydi. Sümer resimleri ve tabletlerinde göksel betimlemeler, değinmeler ve şekiller oldukça fazladır ve çok da ilginçtir.Bunlarda
Güneş sistemi doğru bir şekilde gösterilmiş, Güneş çevresinde dönen gezegenler
sırayla ve arasındaki uzaklıklarla verilmişti.
Sümer kozmolojisi de Mars ile Jüpiter arasındaki boş yerde büyük bir
gezegenin olduğu konusunda ısrarcıdır: on ikinci gezegen (NİBİRU ‘geçiş
gezegeni’). Mars ve Jüpiter arasından her 3600 yılda bir geçen başka bir
gezegen.
Gerileme
(presesyon); Dünya’nın kuzey-güney ekseninin yalpalamasıyla meydana gelen ve
(Kuzey yıldızını işaret eden) Kuzey Kutbu'nun ve Güney Kutbu’nun göklerde büyük
bir daire çizmesine sebep olan fenomendir. Dünyanın takım yıldızlardan oluşan
fon önündeki bariz gerilemesi yılda bir kavsin elli saniyesi veya yetmiş iki
yılda bir derecedir. Dolayısıyla büyük daire, yani Dünya’nın Kuzey Kutbu’nun
yine aynı Kuzey Yıldızı’nı işaret etmesi için geçen süre 25.920 yıldır
(72x360); yani gök bilimcilerin Büyük Yıl veya Eflatun Yılı dedikleri şeydir. Çeşitli yıldızların doğuşu ve batışı antik çağlarda
önemli görülürdü ve Yeni Yıl’ı müjdeleyen bahar noktasının kesin olarak
belirlenişi, meydana geldikleri burç evi ile ilişkilendiriliyordu. Gerileme
sebebiyle, bahar noktası ve diğer göksel fenomenler yıldan yıla gerileyerek, en
sonunda 2160 yılda bir kez tam bir burç evi kadar gerilemekteydi.
Astronomlarımız, MÖ. 900’lerdeki bahar noktasını saptayan bir “sıfır noktası” (Koç’un
ilk noktası) uygulamaya devam ediyorlar ama bu nokta artık iyiden iyiye Balık
evine kaymıştır. MS. 2100’lerde bahar noktası ondan önce gelen Kova evinde
meydana gelmeye başlayacaktır. Bazılarının Kova Çağı’na girmek üzere olduğumuz
söylerken kastettikleri budur. Bir burç evinden diğerine doğru kayma iki bin yıldan
fazla sürdüğünden, bilginler Hipparkus’un MÖ. ikinci yüzyılda gerilemeyi nasıl
ve nereden öğrenmiş olabileceğini merak etmişlerdi. Artık kaynağının Sümer
olduğu bellidir. Profesör Langdon’un bulguları, MÖ. 4400’lerde, Boğa Çağında
oluşturulan Nippur takviminin gerileme ve ondan 2160 yıl daha önce meydana
gelen burç kuşağı gerilemesine ait bilgiyi yansıttığını meydana çıkarmaktadır. Mezopotamya astronomi metinleri ile Hitit astronomi
metinlerini bağdaştıran Profesör Jeremias da eski astronomi tabletlerinin
Boğa’dan Koç’a doğru değişimi kaydetmiş oldukları fikrindedir; Mezopotamya’lı
gökbilimcilerin Koç’tan Balık’a doğru değişimi de tahmin ettikleri ve
bekledikleri sonucuna varmıştır. Bu çıkarımlara
atıfta bulunan Profesör Willy Hartner [The Earliest History of Constellationsin the Near East (Yakın Doğu’daki takımyıldızların En Eski Hikayesi)]
Sümerlilerin, arkalarında bunu belirten bol miktarda resimsel kanıt
bıraktıklarını belirtmiştir. Bahar noktası Boğa burcunda iken, yaz gündönümü
Aslan burcunda meydana gelmişti. Hartner, Sümer betimlemelerinde en erken
zamanlardan itibaren görülen, çok tekrarlanan bir boğa-aslan “çekişmesi” motifine dikkatleri çeker ve bu motiflerin,
MÖ. 4400’lerde Boğa takımyıldızının ve Aslan takımyıldızının konumlarını (Ur
gibi) 30 derece kuzeydeki bir noktadaki gözlemciye sunduğunu söylemiştir.
Bilginlerin
çoğu Sümerlilerin Boğa’yı ilk takımyıldızları olarak vurgulamasının, sadece
burç kuşağının MÖ 4000’lere dayanan eskiliğini değil, aynı zamanda Sümer
uygarlığının öyle birdenbire başladığı zamanı da belirttiğini düşünmekteler.
Profesör Jeremias [Old Testament in the Light of the Ancient East (Kadim Yakın
Doğu’nun Işığı Altında Eski Ahit)], Sümer’in zodyaksal-kronolojik “sıfır
noktası”nın tam olarak Boğa ve İkizler arasında durduğunu gösteren kanıtlar
bulmuştur, bu ve diğer verilerden, burç kuşağının İkizler çağında, yani Sümer
uygarlığı başlamadan bile önce tasarlandığı sonucuna varmıştır. Berlin
Müzesi’ndeki bir tablet (VAT.7847) Zodyak takımyıldızlarının listesine Aslan
ile başlayan ve bizi insanoğlunun toprağı işlemeye henüz başlamış olduğu MÖ.
11000’lere geri götürür.
Sitchin Kaynaklarından yararlanılmıştır.