“Antik Yunan” ‘ın temeli Mezopotamya Uygarlığıdır.
Antik Yunan aldatmacısı;
“Batı”, Batı ideolojisi / felsefesi/ dünya görüşünün / uygarlığının birinci dayanağıdır. “Batı”, Batı ideolojisi / felsefesi / dünya
görüşünün / uygarlığının ikinci dayanağı
ise Yahudi-Hristiyan öğretisidir / (Kutsal Kitap öğretisi) .
Bu iki dayanak / öğreti
ile Antik Yunan / Helen uygarlığı devamlı olarak ‘Doğu’ uygarlığının karşıtına/
karşısına konmuştur. Oysa Antik Yunan / Helen uygarlığı ‘Doğu’ uygarlığının karşıtı değildir. Doğu
uygarlığının bir parçasıdır , kaynağı Antik Mısır ve Mezopotamya’dır ve ‘Doğu’
uygarlığından kaynaklanmıştır. Antik Yunan Genişletilmiş Beş Deniz Bölgesi’ne dahildir. (Beş Deniz Bölgesi ayrıca incelenecektir.)
Bu konuda insanlık tarihi açısından çok önemli
bir çarpıtma yapılmıştır ve bu çarpıtma
Batı kaynaklıdır. Yani neden Antik Yunanistan-Helen uygarlığı , “Ortadoğu”
kavramından - bölgesinden, daha doğrusu Beş Deniz Bölgesinden çıkarılmış ve
bunun karşısına konmuş / oturtulmuştur.
Sanki karşıtı imiş gibi. Oysa Antik Yunan kültürünü yaratan kesinlikle
“doğu”dur. Bu konuda sayısız kaynak vardır. Batı, köksüzlüğüne bir çare olarak
gördüğü bu iki unsura sımsıkı sarılmıştır. Dayanaklarından biri olarak Antik
Yunan uygarlığını göstermiş, ikinci olarak da Yahudi-Hristiyan öğretisine,
Kutsal Kitaba sarılmıştır. Batı düşüncesi; bu iki unsuru da alıp (bir
anlamda ters çevirip), sanki bunlar Doğu’nun karşıtı imiş gibi, Doğu’nun karşısına koymuştur / ve “karşıt” yaratılmıştır. Bu ırkçı bir
görüştür. Batı sadece bu iki unsur
üzerinde ayakta durur. Bir de bunlara yine kendilerine özgü “hile ve desise”
gibi kavramları da eklersek bu üçlü sacayağı altlarından çekildiğinde Batı
“yok” tur. Yapılmak istenen bir Doğu-Batı karşıtlığı yaratmak (ırksal ve
etniksel bir kurcalama yapmak) veya bunu
körüklemek de değildir. Meseleye böyle bakmamak gerekir. Ancak geçmişimizin
doğru bir biçimde ve tutarlı bir şekilde ortaya konması tüm insanlığın yararına
olacaktır. Bir çok çarpıtmadan sıyrılmak geçmişi incelemekle mümkün
olabilecektir.
Antik Yunanistan-Helen uygarlığı ve Yahudi-Hristiyan
öğretisi / (Kutsal Kitap öğretisi) unsurlarının kaynağı Mezopotamya’dır. Bu uygarlık Beş Deniz
Bölgesine dahildir. Buranın bir parçasıdır. Buradan kaynaklanmıştır.
Antik Yunanistan’da üretilen bütün mitlerin ve
efsanelerin kaynağı Mezopotamya ve Mısır’ dır. Bu konuda da sayısız örnek verilebilir.
“Batı düşüncesinin iki ana kaynağı, Kitabı
Mukaddes ve Yunan, Enki’yi biliyordu” dır. (Kramer. Sümer’lerin Kurnaz
Tanrısı Enki, 39.) “Enki – Akadca
metinlerde adı genellikle Ea diye geçer,- Mezopotamya’dan yayılan ve bugünkü
Türkiye ve Kuzey Suriye’yi içine alan Hitit İmparatorluğu’ndan geçerek kadim
dünyanın geniş bir coğrafi alanında… tanınır hale gelmişti.” (Kramer.
…Enki. 24)
“Enki’nin;
İÖ. Üçüncü yüzyılda Babil rahibi Berossus’a atfedilen Yunan metinlerinde Kronos
olarak belirmesi, onun hakkında yazılmış Sümerce öykülerden iki bin yıl sonra
Mezopotamya edebiyat geleneğinin devam ettiğini gösterir. “ (Kramer, …Enki. 23)
“Üçüncü
binyıldan itibaren Sümer kültürünün ve uygarlığının, doğuda Hindistan’a ve
batıda Akdeniz, güneyde eskiçağ Etiyopyasına ve kuzeyde Hazar Denizi’ne kadar
yayılmış olduğuna inanmak için geçerli nedenler vardır.” (Kramer, Sümerler.
15)
İÖ ikinci yüzyıldan, İs.
Beşinci yüzyıla tarihlenen Yunan Büyü Papirüsleri “Ereskigal” diye
bilinmektedir. Yani Sümerli Ereşkigal. (Kramer Enki… 219)
“…Sümer
kahramanlık şiirlerinin örüntüsü Yunan, Hint ve German destan malzemesinin
örüntüsüyle benzeşir. Konulu şiir gibi biçem ve teknik açısından bu kadar ayrı
bir ebedi türün Sümer, Yunanistan, Hindistan ve Kuzey Avrupa’da farklı zaman
aralıklarında yaratılmış ve geliştirilmiş olması pek olanaklı görünmediğinden
ve Sümer konulu şiirin dördünün içinde en eskisi olduğundan, destan türü şiir
kökeninin Sümer’de bulunabileceği sonucuna varmak mantıklı görünmektedir.”
(Kramer. Tarih Sümer’de Başlar. 275)
“Batı kültüründe oldukça büyük rol oynamış olan Kitabı Mukaddes’te bu
Sümerlerin teolojik, etik ve yazınsal
fikirleri ile koşutluklar bulunduğu görülmektedir. “ (Kramer. Sümerler. 9). Kramer çok sayıda bu koşutlukları kitabında
açıklamıştır.
“İbraniler
Eski Ahit’lerini, Yunanlılar İlyada ve Odisseia’larını yazmadan bin yıl önce,
Sümer’de mitler, destanlar, ilahiler ve ağıtlar ve sayısız atasözü, fabl ve
deneme derlemesinden oluşan zengin ve olgun bir edebiyat buluruz.” (Kramer.
Tarih Sümer’de Başlar. 14)
“Yunanlılar
ve Romalılar, hayvan fablları edebi türünün doğuşunu, İÖ. Altıncı binyılda
Küçük Asya’da yaşamış olan Ezop’a bağlarlardı. Buna karşın, Ezop’a yüklenen
fabllardan en azından bir kısmının ondan çok önce de var olduğu günümüzde
bilinmektedir. Her durumda, ‘Ezopik’ türdeki fabllar Ezop doğmadan bin yılı
aşkın zaman önce Sümer’de bulunuyordu. (Kramer. Tarih Sümer’de Başlar. 159)
“Yunanlıların
Hades’i, İbranilerin Şeol’ünün Sümercedeki karşılığı Kur’dur. (dağ/yabancı ülke. Kramer. Tarih
Sümer’de Başlar. 194)
“Romalıların
Venüs’ü, Yunanlıların Afrodit’i Babillilerin İştar’ı dır. (Kramer. Tarih
Sümer’de Başlar. 196)
“Ejderha
öldürme teması İÖ. Üçüncü binyılda Sümer mitolojisinin önemli bir motifi
olduğuna göre, Yunan ve erken Hristiyan ejderha öykülerinin dokumasındaki
ilmeklerin Sümer kaynaklarından geldiğini öne sürmek hiç de akıl dışı değildir. (Kramer. Tarih Sümer’de
Başlar. 211)
“Hıristiyan
kutsal kitap modelinin hegemonyasıyla mücadele eden Aydınlanma Çağı bilginleri tarafından
uygarlığın beşiği olarak görülen Yunan uygarlığı uzun bir süre “mucize” olarak
görülmüştür- şu ünlü “Yunan mucizesi”nin işlevlerinden biri de Doğu’yu yok
saymaktı. ..Yunan uygarlığının tarihini anlamak için Önasya, İyonya, Hititler,
ardından da.. Mezopotamya’ya doğru uzanmak gerekir.” (Jean Bottero Eski Yakındoğu.
24)
“Mezopotamya’nın Batı’ya ilk katkısı doğrudan yazı olmuştur.. Fenikelilerden
alınmış o müthiş alfabe sisteminin kökleri Sümer’e, İki Nehir Arasındaki
Ülke’ye uzanmaktadır.” (Jean Bottero Eski Yakındoğu. 24)
“Klasik Yunan düşüncesinin temelini oluşturacak olan Heseidos ve
İyonyalı filozoflarda, Dicle ve Fırat arasından doğmuş konular bulunmaktadır”.
(Jean Bottero Eski Yakındoğu. 29)
“Umarım modern Batı’nın temel direklerinin iki nehir arasında nasıl
sağlam köklere sahip olduğunu anlatabilmişimdir.“ (Jean Bottero Eski Yakındoğu.
31)
“..bizim astrolojimiz Yunanlılardan, Büyük İskender’in
(İÖ. 330’lu yıllara doğru) Yunanistan ve Doğu arasında başlattığı o inanılmaz
kucaklaşmadan sonraki Helenistik çağın Yunanlılarından gelmektedir. Oysa
açıktır ki, Yunanlılar’da –ki bunu birçok kez dile getirmişlerdir- bu yıldız
falcılığını başka yerlerden, daha açıkça söyleyecek olursak, büyük hayranlık
uyandıran Mezopotamya’dan ve Babil’den almış olduklarını çok iyi biliyorlardı.” (Jean Bottero Eski Yakındoğu. 187)
“Eski Yunan
bile Babil’in uzak ama yoğun ışığıyla aydınlanmıştır. Bunun sonuçları Yunan
düşüncesinin oluşum döneminde hemen göze çarpar; Hesiodos’un Theogonia’sı,
Mezopotamya Yaradılış Şiiri ile birçok bakımdan uyuşur. Eski Yunan
filozoflarının tümü, örneğin kozmogoni alanında, Mezopotamya’nın arkaik
mitografyalarının açtıkları yolu tastamam izlerler; her ne kadar onlar bu
yoldan giderken düşünüp taşınıp yolu kendi zamanlarına uydurmuş olsalar bile bu
durum geniş çaplı, kökten bir bağımlılığın göstergesidir.” (Bottero, Mezopotamya, Yazı Akıl ve Tanrılar.
24)
“Büyük
Hitit İmparatorluğu hakkında bildiklerimiz bize onun da Mezopotamyalı atasına
çok şey borçlu olduğunu gösteriyor. Yazıyı, sözcük dağarcığının bir kısmını,
edebiyat türlerini, adli, bilimsel tarzların çoğunu ondan almışlardır. Değil mi
ki Hititler Küçük Asya’dadırlar, ayrıca Küçük Asya da Ege’ye Yunanistan’a
açılmaktadır! Helenistler arasında en tutucuları bile açıkça söylemeseler de
Eski Yunan’ın hem kültür hem de başka alanlarda Doğu’dan, yani daha en başından
o saygın, o muazzam Mezopotamya’dan ne derece etkilendiğini bugün artık inkar
edemiyor.” (Bottero, Mezopotamya, Yazı Akıl ve Tanrılar. 45)
“Bize,
“Batı uygarlığına” gelince; ister kabul edelim ister etmeyelim, Hristiyanlıkla
başladığı ve Hristiyanlık da bir yandan Kutsal Kitap ideolojisinin, diğer
yandan da Yunan-Helen ideolojisinin kavşağında yer aldığı için biz, yani Batı
uygarlığı iki yanlı olarak Sümerler ve Babillilerin uzak akrabalarıyız.
Sümerler ile Babilliler soy ağacımızın kütüğüne kaydolmuş, ayırdedilebilir ilk
atalarımızdırlar. Uzaktan, çok uzaktan, bizim akrabamızdırlar, geçmişimizin bir
parçasıdırlar. Geçmiş, onun hakkında edineceğimiz bilginin kesintisiz olmasına bağlı olduğuna göre, eğer biz de
genetik geçmişimizi anlamak, atalarımızı bulmak, mirasımızın er arkaik, en
temel bölümünün dökümünü çıkarmak, evrimimizle ilgili bize yalnızca Tarihin
sağlayabileceği.. o eşşsiz, o aydınlık açıklamayı elde etmek istiyorsak, işte
eski Mezopotamyalılara kadar, yani ufkumuzun en ucuna kadar gitmek zorundayız.
Uzun süre, iki ‘mucize’ tarihçilerimizin bu kökenlerimize doğru ilerleyişlerini
durdurdu: İlki Tanrı tarafından yazılmış ve bütün sorulara kesin bir yanıt
getirmek için insanlara verilmiş ‘dünyanın en eski kitabı’ olan ‘Kutsal
Kitap’ imgesiydi; ikincisi ise şu ünlü
‘Yunan mucizesi’ydi, onun çncesindeki evrenin ağaçtan yeni inmiş ya da
mağarasından ürkekçe dışarı çıkmış ilkel insanın evreni olduğu sanılırdı.” (Bottero,
Mezopotamya, Yazı Akıl ve Tanrılar. 45)
“Uygarlığımızın,
düşüncemizin ve bilincimizin İncil’deki İsrail ve Eski Yunan gibi bilinen
kaynaklarının ötesinde çok daha eski bir kaynağın, uzaklarda, Tarih’in en uç
noktasında bir kaynağın var olduğu. Bu
kaynak Eski Mezopotamya, Sümer ve Akad ülkesidir. Burada kültürümüzün en arkaik biçimini
görürüz: Batı’nın ilk doğuş anlarıdır bunlar.” der ve “Batı’nın ilk atalarının vatanını tanımaya” çalışır (Bottero, Mezopotamya,
Yazı Akıl ve Tanrılar. 15)
Bottero, Batı uygarlığının iki temel dayanağını
belirterek; ’bu doğuş anları’nı ‘Batının ilk doğuş anları’ olarak niteliyor,
oysa bu insanlığın ilk doğuş anlarıydı. Bottero kendisini “eski
İsrailoğulları’na bağlayan ‘sempati’ nin aynısını antik Mezopotamyalılar için
de duyduğunu” belirterek , alışılagelen Batılı bir anlayışla bir sahiplenme
yapıyor.
“Batı
uygarlığının köklerine inmek istediğimizde yolumuz üzerinde, yerinden
oynatamayacağımız, binlerce yıllık bir gelenek karşımıza dikiliyor; birbirinden
ayrı, ama doğa üstü ve akıldışı iki ‘mucize’ gösteriyor bize, ve bunlar da
yolumuzu tıkıyor. .. Bat uygarlığı bize dosdoğru Hristiyanlıktan geliyor;
Hristiyanlık da iki kültür akımının kavşağında yer almıştır: Bir yanda Kutsal
Kitap, diğer yanda da Helen kültürü.” (Bottero, Mezopotamya, Yazı Akıl ve
Tanrılar. 49)
Bernal Kara Atena adlı kitabında Yunan tarihine
ilişkin iki modeli konu alır: Modellerden biri Yunanistan’ı özünde Avrupalı ya
da Ari saymakta, öteki ise Levantlı olarak, Mısır ve Sami kültür alanının
periferisinde görmektedir. Bu modellere, “Ari Modeli” ve “Eskiçağ Modeli”
adlarını vermiş. Klasik ve Helenistik çağdaki Yunanlılar arasında genellikle
kabul edilen görüş “Eskiçağ Modeli” idi. Bu modele göre, Yunan kültürü, Mısır
ve Fenikelilerin MÖ. 1500 civarında yaptığı kolonileştirme ve yerli halkı
uygarlaştırması sonucunda ortaya çıkmıştır. Ayrıca, Yunanlılar Yakındoğu
kültürlerinden çok büyük ölçülerde alımlamalar yapmaya daha sonra da devam
etmişlerdir. Çoğumuza doğru diye belletilen Ari Modeli ancak 19. Yüzyılın
ikinci yarısında geliştirildi.
“Avrupa merkezci tarih anlayışı, Batı uygarlığını,
kendine özgü bir tarihsel gelişmenin ürünü olarak görür. Buna göre, bugünkü
Batı uygarlığı, insanlığın genel gelişim çizgisinden ayrılmış, daha verimli bir
yola sapmış ve diğer uygarlıklar karşısında üstün konuma gelmiştir. Yani,
Avrupa merkezci görüş, insan uygarlığını bütünsel bir süreç olarak görmeyi
reddeder.
Samir Amin, Avrupa Merkezcilik adlı kitabında, kapitalist
ideologlarca savunulan Avrupa merkezci önyargıyı şöyle özetliyor:
“Antik Yunanistan-Roma-Hristiyan feodal Avrupa-kapitalist
Avrupa biçiminde sıralanan, Avrupa’ya bahşedilmiş benzersiz bir soyağacı
vardır. Bu zincir her halkasıyla ileri insanlığın (ilerlemenin) çizgisidir ve
sonuçta ilerlemenin doruğu kapitalist mucizeyi yaratmıştır. Dünyanın bu
zincirin dışında kalan bölümleri doğal olarak geridir. Geri halklar için tek
çıkar yol bu zincire bir şekilde eklemlenebilmektir. Gelişmiş kapitalist Batı
modeli tüm gezegene yaygınlaştırılabilir. Kısaca Avrupa (kapitalizm), tarihi ve
bugünü anlamında dünyanın diğer bölgeleri ve halklarına göre üstündür.”
Avrupa merkezciliğin Batı uygarlığı için çizdiği yol,
“Batı uygarlığının tarihi” diye bir modele dönüştürülmektedir. Bu modelin iki
bileşeni bulunmaktadır. Bileşenlerden birine göre, Batı uygarlığı Yunanistan’da
doğmuş, Roma üzerinden ortaçağa ve oradan da bugüne ulaşmıştır. Dinsel bileşen
ise Yahudi-Hristiyan hattını izlemektedir. Bu iki bileşen Rönesans’ta yeniden
buluşmuş, Yahudi-Hristiyan mirası Rönesans’ta klasik köklerine dönerek
Yunan-Roma mirasıyla birleşmiştir.
Avrupa merkezci teoriler, Asya ve Afrikalı toplumları
dünyanın tarihsel gelişme yatağının dışına itmektedir. Böylece Avrupa toplumu,
insanlığın biricik gelişme yatağı ve öncüsü olmaktadır. Doğu toplumları ise,
gelişme dinamiğine yapısal olarak sahip değillerdir.. Sonuç olarak üçüncü dünya
halklarının bu tıkanıklığını aşacak olan Batı emperyalizmi ve sömürgecilik
haklı kılınmaktadır.
Bu Avrupa merkezci teoriler, eşitsiz gelişmenin belli bir
döneminde, 19. Yüzyılda, Avrupa’nın öne geçtiği bir zamanda imal ediliyor.. Bu
nedenle bütün bir insanlık tarihinin bilançosu üzerine kurulmuş değillerdir.
Geleceğe düşürdükleri gölge de, Avrupa hakim sınıflarının çıkarlarının
gölgesidir.
Martin Bernal bu kitabında ‘Eskiçağ Modeli’ adını verdiği
tarihsel-kültürel modelin 19. Yüzyılın başına kadar geçerliliğini koruduğunu;
oysa, Yunan tarihinin okullarda öğretilen versiyonunun ancak 1840 ve 1850’lerde
geliştirildiğini; 19. Yüzyılda Kuzey
Avrupa ırkçılığının patlamasıyla birlikte ‘özgün’ Avrupa uygarlığının beşiği
Yunanistan’ efsanesinin ortaya atıldığını ve Yunanistan’ı oluşturan Avrupa dışı
unsurların yok sayılmaya başlandığını belirtmektedir”. (Martin Bernal. Kara
Athena. Sunuş yazısından)
Black Athena (Kara Atena)
adlı kitabında Prof. Bernal , Grek Medeniyetinin “yaratılmış” olduğunu iddia
eder ve Aryan, üstün ırkın menşeini buraya dayandırmak isteyen 19. Asır
Skolastik Batılıların, esası Afrika menşeli olan kültürün nasıl
“Grekleştirildiğini” anlatır.
Bernal, Klâsik
Medeniyetin Afro-Asyatik Köklerinin aslında
antik Mısır ve Finike kültürlerine dayandığını iddia
ediyor. Batı medeniyetinin kökeninin Avrupa’daki 18. ve 19. Asır ideolojik
akımlarının etkisinde, bilimsel nesnellikten uzak olarak “imâl” edildiğini ve
“orijinal Avrupa Medeniyetinin beşiği Yunanistan’dır” sloganının lanse
edildiğini savunuyor. İdeolojik ve ırkçı öğelere sahip tarih literatürüne
göre Avrupa, Yunanistan ve Arîler dışında
kalan Afrika ve Asya köklerinin, Yunan kültüründeki büyük etkisinin Batılı akademisyenler
tarafından şuurlu bir şekilde tekrar tekrar görmezden gelinip inkâr edildiğini
ve zamanla silindiğini savunuyor. Bernal
kitabında yüzlerce kanıt ve örnek belirtir.
Üçüncü bin yılda
Anadolu’dan Yunanistan’a birtakım göçlerin olduğu filolojik delillerle
ispatlanmış, birçok coğrafi adın ve Yunan dilindeki kültür hayatıyla ilgili
birçok sözcüğün Anadolulu insanlar tarafından
adalar üzerinden geçen kavimlerce Yunanistan’a getirildiği belirlenmiştir. Yunan ülkesine doğudan gelen
bu insanlar ilk önce bu ülkenin denize açılan geniş vadileri ve düzlüklerine
yerleşmişler, ancak sonraları batı ve kuzeye yayılmışlardır. Anadolu kavimleri bir defalık büyük bir akın
halinde değil, fakat belki yüzyıllarca süren küçük göçler sonunda adalar ve
Yunanistan’ a girmiş, yerlilerle karışıp
kaynaşmışlar, yalnız Yunanistanda değil, bütün Ege bölgesinde bir örnek bir
maden kültürünün meydana gelişinde başlıca rolü oynamışlardır. Maden kültürü Yunanistan’a Anadolu’dan gelmiştir.
Mezopotamya’da öteden beri kullanılan altın ve gümüş külçeleri Yunanistan’ da
da ölçü olarak kullanılmış, MÖ. 7. yy dan başlayarak Mezopotamya ağırlık
sistemi de Yunan ülkelerine girmeye başlamıştır.
Anadolu kavimlerinin 3 binyıldaki batı göçleri
sanıldığından çok daha geniş olmuş, bunlar yalnız Ege bölgesini istila etmekle
kalmayıp, bazı coğrafya adlarının yayılış alanının gösterdiği gibi, İtalya ve
hatta İspanya’ya kadar uzanmışlardır.
İkinci binyılın
başlangıcında, Mısır’ın 12 nci sülaleyle yeni bir yükselme çağına kavuştuğu, Ön
Asya’da kavimler hareketi sonunda yeni birtakım devletlerin ortaya çıktığı ve
Hurri’lerin üstün bir rol oynamaya başladığı, Anadolu’da ise Hitit devletinin
kurulduğu bir zamanda Girit adası da büyük bir siyasal ve kültürel gelişim
geçirmeye başlamıştır. Bu dönemde Girit ile Kıbrıs, Suriye ve Mısır arasında
sıkı ticaret ilişkileri vardı. Yunanlıların doğulular, en çok Fenikelilerle
sıkı ticaret ilişkilerinde bulunmaları Yunan kültürünün gelişmesinde büyük rol
oynamıştır. Yazıyı Yunanlılar MÖ.8 yy. ın başlarına doğru Fenikelilerden
öğrenmiştir. Eski Yunan alfabesi Fenike alfabesine sesli harflerin
eklenmesinden başka bir şey değildir.
Tera adasında oturan Dorlar, Mısır’ın batısında
bugünkü Bingazi dolaylarında Kirene kolonisini vücude getirmişlerdi. Afrika’nın
içlerinden gelen büyük kervan yollarının sonuna raslayan ve denizden 2 mil
mesafede bulunan Kirene Mö 6. Yy. da Akdeniz ekonomisinde önemli rol
oynamıştır. Bu kolonide Yunanlılar, Sami olan Libyalılarla pek erken sıkı
ilişkiler kurmuşlar, aynı zamanda Siva vahasındaki tanrı Ammon’ un kehanet
ocağını da tanımışlardır ki, bu ocak daha sonraları Yunan dünyasında büyük bir
ün kazanacak ve Makedonya kıralı Büyük
İskender’ in hayatında da belirli bir rol oynayacaktı. (Arif Müfid Mansel Ege ve Yunan Tarihi).
Avrupa’nın felsefe
geleneği, Yunan felsefesi üzerinden yapılandırılmıştır. Ne var ki Yunan
felsefesinin de geniş Ortadoğu düşünsel yelpazesinin, Ön Asya, İran,
Mezopotamya ve Mısır düşüncelerinin çok başarılı bir uygulaması, yetkin bir
bağdaştırma ürünü olduğu vurgulanmalıdır. Unutulmamalıdır ki Ex Oriente Lux.
(Işık Doğu’dan Yükselir!) (Tecimer, 2004:357).
Matematik tarihinde kayda
değer bütün başarılar; Thales (MÖ. 624-546), Pisagor (MÖ 572-490), Öklid (MÖ.
365-300) bu üç matematikçinin başarısına indirgenmektedir. Tales Finikelidir,
ailesi sonradan Milet’e yerleşmiştir. Pisagor doğuda 20 yıl kalmıştır,
Babil’de, İndus’ta ve Mısır’da matematik ve felsefe öğrenmiştir. Geometrinin
kurucusu sayılan Öklid ise İskenderiyelidir. Orada yaşamış ve matematik
öğretmenliği yapmıştır. Gerek Tales teoremi, gerek Pisagor teoremi, gerekse de
Öklid bağıntıları, onlardan en az bin yıl önce Mısır’da, Sümer’de, Elam’da ve
İndus’ta biliniyordu. Sümer okullarında ders olarak okutuluyordu. (İbrahim
Okur, 27)
Burak Eldem, Fraternis
adlı kitabında şu hususların altını çizer:
Batılı düşünce dünyasını ipotek altına almış iki
büyük önyargıdan sıyrılmak gerek: Judeo-Hristiyan dünya görüşünün doğrulanması
kaygısı ve Yunan düşüncesinin her felsefe ve inanç sisteminin kökünde aranması
alışkanlığı. Her soyut düşünce ürününü Greklere dayandırmak, bilimin Grek
uygarlığı çağında doğduğunu, daha öncesinde bilim olmadığını öne sürmek;
Batı’nın bir idolü, ideolojisidir.
Ünlü düşünür Pythagoras’ın hocası olduğu ileri
sürülen, “gizemli bilge” Pherecydes’in, yaşamının belli bir döneminde
“Fenikelilerin gizli kitapları”yla karşılaştığı ve kendini bunlardaki ayrıntılı
ve çok çeşitli bilgiler yardımıyla yetiştirdiği ileri sürülür.
Pisagor, geometri ve aritmetikle ilgili temel
bilgileri, uzun geziler yaptığı Mısır, Babil, Fenike ve İran’ın bilge
rahiplerinden edinmiştir, Pythagoras’ın adıyla anılan teorem ondan en az bin
yıl önce Mezopotamya ve Mısır’daki tapınak rahipleri tarafından biliniyordu. (Eldem, 2006).
“Eski
Yunanistan’ın hiçbir zaman özgün bir uygarlık yaratmayıp, daha eski bir
uygarlığın mirasına bile konmadan, onu sadece keşfetmiş olduğuna ilişkin Batılı
tarihçilerin ileri sürdüğü görüşler de vardır. Mısır ve Babil’deki eski imparatorluklardan
bilim adına ne kalmışsa çok kere bilinçsiz bir şekilde ve hiç atıfta
bulunmaksızın el koyanlar sadece Yunanlılar olmuştur.” (J.D.Bernal’den
aktaran Çağlar Tuncay. Uygarlığın Seyir
Defteri. 33)
Stolen Legacy “Çalınmış
Miras” adlı kitabında G.G. Monah James; her
sözcüğünde, her satırında ve her sayfasında delil ve kaynaklarla desteklediği
tezini şöyle sunmaktadır: “Yunan
Felsefesi Mısır Felsefesinden çalınmıştır. Mısır gizem öğretileri Atina’ya
ulaşmadan uzun asırlar önce başka topraklara ulaşmıştı. Sözde Yunan felsefesi
Yunanlara ve onların yaşam koşullarına yabancı idi. Yunan felsefesi Mısır gizem sistemi'nin ürünü
idi. Memphis teolojisi, Yunan felsefesindeki
tüm önemli doktrinlerin temelidir. Memphis Teolojisi modern bilimsel bilginin kaynağıdır.
Memphis teolojisi modern bilimsel araştırma için büyük imkânlar sağlamıştır. Büyük
İskender’in Mısır fethiyle, galip orduların geleneği olarak, değerli ganimetler
yanı sıra, İskenderiye Kraliyet Kütüphanesinin talan edilmesi Büyük İskender’e
bu seferde eşlik eden Aristotles’in devasa sayıda kitabı elde etmesini
sağlayacaktır. Daha sonra Aristotles bu kütüphaneyi araştırma merkezine
dönüştürecek ve oradan yağmaladığı devasa sayıdaki kitapla kendi kütüphanesi
oluşturacaktır. Antik zamanın bilim merkezi olan Mısır’a Aristotles’den önce,
eğitim amacıyla giden Pisagor, Thales, Ksenofanes, Parmenides, Zeno ve Melissus
gibi birçok Yunan filozof olduğunu da belirtmek gerekir”. (Çalınmış Miras.7)
Peter Kingsley, “Antik Felsefe, Gizem ve Büyü ,
Pythagoras ve Empedokles Geleneği” adlı kitabında; “Empedokles
ve Pythagorascı öğretinin öğelerini Yakındoğu kaynaklarından türettiği ve
bunların yüzyılların seyri içinde Doğu’ya geri döndüklerini gösteren büyük
ölçüde çevrimsel bir model” den sözeder.
Uzun zaman boyunca Batılı
insan, uygarlığının Roma ve Grek uygarlıklarının hediyesi olduğuna inandı. Ama
Grek filozofları tekrar tekrar daha erken kaynaklardan yararlandıklarını yazmışlardır…
Kadim Mısır yazısının ve lisanının deşifre edilmesi ve bunu izleyen arkeolojik
uğraşlar; Batılı insana Grek uygarlığından çok önceleri Mısır’da var olmuş olan
yüksek bir uygarlığı ifşa etti. Mısır kayıtları MÖ. 3100’lerde başlayan
kraliyet hanedanlarından söz eder; yani Helen uygarlığının başlangıcından tam
iki bin yıl önce. Olgunluğuna ancak MÖ. beşinci ve dördüncü yüzyıllarda ulaşan
Grek, bir başlatıcı olmaktan ziyade, arkadan gelen bir uygarlıktı, öyleyse,
uygarlığımızın kaynağı Mısır’da mıydı? Bu sonuca varmak çok mantıklı gözükse
de, olgular buna karşıdır. Grek bilginler Mısır’a ziyaretlerini tarif ederler
ama ama sözünü ettikleri kadim bilgi kaynakları başka yerde bulunmaktaydı. Ege
Denizi’nin Helen öncesi kültürleri, yani Girit adasındaki Minos ve Grek ana
karasındaki Mikene kültürleri, Mısır değil de Yakın Doğu kültürünün
benimsendiği kanıtlarını açığa çıkarmıştı. Çok daha erken bir uygarlığın
Greklerin kullanımına açık hale gelmesinin başlıca yolları Mısır değil, Suriye
ve Anadolu idi. Helen alfabesi bile Yakın Doğu’dan çıkmıştır. Kadim Grek
tarihçileri de Kadmus adlı bir Fenikelinin, aynı sırayla aynı sayıda harften
oluşan alfabeyi getirdiğini yazarlar. Grek ve Latin yazısının ve dolayısıyla
Batılı kültürümüzün tüm temelinin Yakın Doğu’dan alındığı, orijinal Yakın Doğu
alfabesi, daha sonraki kadim Grek ve daha yeni olan Latin alfabelerinin
sıralanışı, adları, işaretleri ve hatta sayısal değerleri kıyaslama yolu ile
gösterilmiştir. MÖ. birinci bin
yılda, Greklerin Yakın Doğu ile temasları, Perslilerin MÖ. 331’de Makedonyalı
İskender’e yenilmesiyle doruk noktasına varmıştı. Grek kayıtlarında, Persliler
ve ülkeleri hakkında çokça bilgi mevcuttur. (Z. Sitchin, 12. Gezegen. 24)
Mezopotamya sahnesine
dışarıdan gelen pek çok davetsiz misafir gibi, Mezopotamya kültür ve
geleneğinin bitmez tükenmez gibi görünen süngeri onları da içine çekmişti.
Mezopotamya tarihinde Hurrilerin oynadığı en büyük rol, Mezopotamya kültürünün
Hitit, Filistin, ve Fenike toplumlarına ve dolaylı olarak da Yunan ve batı
dünyasına iletilmesindeki aracılıklarıdır (J. Oates. Babil. 90)
İbrani ve Yunan yazılarının temellerinin Ugarit
[Suriye’de] olduğunu edebi örneklerle gösteren Ugarit edebiyatı, pekçok
sayıdaki Hitit efsanesinin kaynaklarının Babil ve Hurri olduğunu ve aynı
efsanelerin müteaddit Hitit dillerinde de bulunduğunu gösteren Boğazköy’de orta
Anadolu bulunan çivi yazıları, Mısır’da MÖ. üçüncübin yıldan itibaren Sakkara
piramidinin duvarlarına yazılan hiyeroglif Piramit Belgeleri, Mısır’da Orta
Krallık’tan Osirian efsanesini ihtiva eden Tabut Belgeleri, Mısır’da Yeni
Krallık’tan Teb Ölüler Kitabı, Theb ve Fayyum papirüsleri, Sümer ve Akadların
destanlarını veren Nineve’deki Irak Aşurbanipal’in sarayının kalıntılarında
bulunan çivi yazıları, güney Filistin’deki mağaralarda bulunan Lut Gölü
parşömen tomarları…bunların hepsi ve daha birçokları.. bize; Mısır,
Mezopotamya, Yakın Doğu, Suriye, Filistin ve Girit’in birbirleriyle yakın
kültürel ilişkiler içinde olduğunun inkar edilemeyeceğini, Neolitik çağdan
itibaren bütün Orta Doğu medeniyetlerinin efsanelerinin birbirleriyle yakın
kültürel bağlantıları bulunduğunu açıkça gösterdi.. birbirinden uzak
mesafelerle ayrılmış bölgelerde bulunan belgelerin harfen birbirinin aynı
olması, bu yazılı geleneklerin bir ülkeden diğerine aynen aktarıldığını
gösteriyor. (F.G. Bratton. Yakın Doğu Efsaneleri. 13)